17 Temmuz 2013 Çarşamba

İbrahim Müteferrika ve İlk Türk Matbaası





İbrahim Müteferrika ve İlk Türk Matbaası



Avrupa’da şuurlu bir şekilde iktibasların yapıldığı devir. Lale Devri olarak adlandırılan 1718-1730 yılları arasındadır. Bu dönemi ilk malubiyetlerin acısını duyan bir neslin yaşadığı bir devir ola...rak değerlendire biliriz. Mümtaz Turhan bu devri “serbest kültür değişmelerinin” yapıldığı bir dönem olarak mütaala etmektedir.

Lale Devri’nde Avrupa’ya bilhassa Fransa’ya, Avusturya’ya ve İngiltere’ye izlenimlerini bildirmek, bulundukları memleketlerin gelişmelerinin sebeplerini, eğitim sistemlerini incelemek için ilk defa elçiler gönderilmiş ve Batı ile daha sıkı ilişkiler kurulmuştur.

Lale devri Türkler için parlak bir uyanma devri olmuştur. Fakat bu devrin en büyük ve en tesirli yeniliği şüphesiz İbrahim Müteferrika ile Sait Efendinin birlikte açtıkları matbaadır.Türklerin basılmış kitapla ilk tanıştıkları, Balkan ve Güney Doğu Avrupa halkları yoluyla olmuştur. Daha 1470 yıllarında Türklerin hakimiyeti altındaki Balkan topraklarında, Venedik’te Yunan ve Slav dillerinde basılmış kitaplar yayılmaya başlamıştı. İstanbul’da ilk Türk matbaası kurulmadan önce çeşitli azınlıkların matbaaları faaliyet gösteriyordu. 1492’de İspanya’dan Türkiye’ye göç eden David ve Samuel Nahmias tarafından ilk Musevi matbaası İstanbul’da kuruldu. Daha sonra Ermeni matbaası Sivaslı Apkar Tıbir tarafından 1567 kuruldu. 1627 yılında da Nicodemus Metaxas ilk Rum matbaasını kurdu.İbrahim Müteferrika Macaristan’da (Bugünkü Romanya’da Cluj) Koloszvar şehrinde muhtemelen 1647’de doğmuştur.

Kalvinist olduğu iddia edilen fakir bir Hiristiyan Macar ailesindendir. Asıl adı ve ailesi bilinmiyor. Doğduğu şehrin Kalvinist kolejinde rahip olarak okurken, 1692 ya da 1693’de Tökoly İmre’nin, Habsburg’lara karşı ayaklanması sırasında Osmanlı askerlerinin eline esir düşmüş, İstanbul’a getirilmiş ve köle olarak satılmıştır. Kendisini kurtarmak için Macarlardan hiç kimse fidye-i necat vermediğinden, efendisi de çok zalim bir adam olduğundan, kölelik hayatına dayanamayarak zor altında Müslüman olmuştur. İbrahim adını almış, Türkçe’yi, İslam bilimlerini çabuk öğrenerek yükselmiştir. Bu şekilde hülasa ettiğimiz bilgiler, İbrahim Müteferrikadan bahseden Szernak, Karacson, Simonffy ve H. Kun gibi Macarlar, Toderini, Von Hammer, Babinger ve Mordtman gibi Avrupalı yazarlar, Ebuzziya Tevfik, Bursalı Mehmet Tahir, Ahmet Rasim, Ahmet Refik, Selim Nüzhet Gerçek, Adnan Adıvar gibi Türk yazarlar tarafından biraz genişletilerek biraz daraltılarak tekrarlanmıştır.

Özellikle İ. Müteferrikanın menşei, esirliği, köleliği, ihtidası hakkındaki hikaye kesin bir kanaat halinde bir yazardan diğerine kendiliğinden geçer. İddianın aslını araştırmaya lüzum görmeyecek kadar kesin bir şekilde, yazarlardan çoğu bunu kabul etmiştir.İbrahim Müteferrika’nın kimliği karanlıklar içindedir, hayli de tahriflere uğramıştır. İ. Müteferrika’nın, kendi geçmişini unutmuş ya da unuturmuş bir kişi oluşundan yararlanarak tarihe sokan ve Türk yazarlarına da bir gerçek olarak kabul ettiren iki Katolik Macar olmuştur. Bunların ilki De Saussure Szernak’tır İkincisi ise Szernak’ın belirsiz olarak yazdığı kimi noktaları bir gerçek biçimine sokan Katolik rahibi Karacson’dur.Müteferrikalık hükümdarlarla vezirlerin ve diğer hizmet sahiplerinin maiyetinde hademe nevinden olan bir kısım hizmet erbabı hakkında kullanılır bir tabirdir.

İbrahim Müteferrika, bu unvanı 1715’de Şehit Ali Paşanın mühürdarlığında bulunup, Mora seferinde avdette sadrazamın bir mektubuyla Avusturya aleyhine hareket eden Macarların yanına tercüman olmasıyla almıştır. Daha sonra da Türkiye’ye gelen Rakoçi’nin maiyetine tercüman verilmiştir. İbrahim Müteferrika, Rakoçi’nin ölümüne kadar Tekirdağ’da onun yanında tercümanlıkta kalmış, Türkçe katipliği yapmıştır. 1737’de Leh muahedesinin yenilenmesi için Kiev’de bulundu.

1737-1739’da Türk-Avusturya-Rus muharebesinde top arabaları katipliği yaptı. Türk askeri ile muharebeye giden Macarların tahriri ona havale edildi. 1738’de Orşova kalesinin Türklere teslimi müzakerelerinde vazife aldı. Eylül 1743’te Kaytak hanlarından Asmay Ahmed’in nasbı emrini Dağıstan’a götürdü. 1745’de vefat etti. Müteferrika’nın fikir tarafına gelince, Adnan Adıvar ve Niyazi Berkes müstesna, bununla kimse ilgilenmemiştir. Müteferrika’nın kitaplarında ne dediği, gerçek fikir hüviyetini ne olduğu başka yazarları ilgilendirmemiştir. Türk yazarları arasında daha ziyade “Basmascı İbrahim Efendi”oluşu ön plana gelmiştir. Bu yazarlardan Adnan Adıvar, Müteferrika’nın ilim tarihi ile ilgili tarafını, onun bir yazar, bir mütercim ve bir editör olarak faaliyetlerini çok güzel hulasa etmiştir.

Niyazi Berkes, onun Risale-i İslamiye adlı eserini şöyle değerlendirmektedir. “.... Gerçekte bu eser ne İslamlığın savunmasıdır ne de İslam bilimleri üzerine yazılmış eserdir. Katolikleğe, Papalığa ve Teslis inancına hücum eden bir polemiktir... “ Müteferrika’nın sanıldığı gibi Calvenist olmadığı Berkes yine şöyle anlatmaktadır. “.... Gerek Müteferrika’nın zamanında önce, gerek ilahiyat öğrenciliği zamanında Macaristan’da üç Hırıstiyan akidesi ve kilisesi birbiriyle savaş halinde idi. Bunlar Katolik ve Calvinist ve Unitarius inançları idi. Bu sonuncusunu ötekilerden ayıran yön, teslis inancını reddetmesi ve bu yüzden öteki ikisi tarafından Hıristiyanlığa aykırı, Müslümanlığa yakın sayılmasındır. Aslında ilk önce İspanya’da Micheal Servetes adında ve teslis inancını reddettiği için hayatı boyunca Katolik ve Calvinist Kiliseleri tarafından takibata uğrayan bir düşünürün başlattığı Uniterisicilik yayılmıştır. İşte, Müteferrika Servetes’in kitaplarını okumuştu. Böyle bir ilahiyatçının Hasburg ordusuna Osmanlılara karşı savaşmak için katıldığına inanmak güçtür.

İslamlığı bilmeyen bir kimse olmayan İ. Müteferrika’nın Katolik Habsburğ’lu yönetimi altında yaşamaktansa Osmanlı’ya geçerek Müslüman olduğu apaçıktır. İbrahim Müteferrika’nın iddia edildiği gibi Calvenist olmayıp Unatarius (Tektanrı) inancına geleneğine bağlı bir kişi oluşu, yalnız önemsiz bir inanç farkı meselesi değildir. Onun geldiği din geleneğinin tanımlanması, İbrahim Müteferrika’nın Türkiye’deki hayatının asıl yanlarının kökleri hakkında bizi aydınlatır. Bunlar, Matbaacılık, coğrafya bilgisi ve bilimciliktir. Bunlar Avrupa’nın özellikle Hollanda ve İngiltere gibi ülkelerinde zamanın en ileri düşünürleri olan kimselere Kilisenin taassubuna karşı olan, din-devlet ayrımını savunan, inanç özgürlüğü fikrini ileri süren, hatta fizik, matematik, astronomi ve tıp alanları da yeni bilgileri geliştiren ve Macaristan’da matbaacılığı ilerleten kimselerde görülen özelliklerdir. Matbaanın açılışına gelince İ. Müteferrika’nın en büyük yardımcısı 1720-21 yıllarında Paris’e gönderilen Yirmisekiz Mehmet Efendi’ye eşlik eden oğlu Sait Çelebidir. Reformcu Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa “ uygarlık ve eğitim araçlarının derin bir incelemesinin yapılmasını ve Türkiye’de uygulanabilecekler üzerine bir rapor hazırlanmasını” istemişti. Büyükelçilik katibi Sait Çelebi, Kral Kitaplığını ziyareti sırasında, Krallık basımevini de ziyaret etmiş ve Saint-Simon’un tanıklığıyla “dönüşte, İstanbul’da bir basımevi ve bir kitaplık kurmak niyetinde olduğunu” söylemişti. Bununla birlikte, İstanbul’da bir basımevi kurma projesi, Sait Çelebi’nin

Paris’te bir süre oturmasından önceye rastlar. Bu, İ. Müteferrika’nın 1715’te Viyana’da Prens Eugene’in katına yaptığı elçilik gezisinin bir sonucudur. İ. Müteferrika’nın düzenlendiği görüşmeler, 1718’de İbrahim Paşa’nın iktidara gelişiyle ona İstanbul’da hakkedilip basılan, muhafaza edilen ilk harita 1719/1720 tarihli olup ilk basılan kitaptan öncesine rastlar. İ. Müteferrika 1726 tarihlerinde matbaacılığın gerekliliği, önemi ve faydası üzerine Vesiletü’t- Tabaa adıyla risale yazarak Damat İbrahim Paşa’ya takdim etti. 28 Çelebi’nin oğlu Sait Çelebiyle beraber bir dilekçe ile matbaa açmak ruhsatını ve bunun için, şeyhülislam fetvasıyla birlikte, padişahtan da bir ferman istemiştir.

İ. Müteferrika’nın bu küçük risalesi akla çok uygun, mantıklı ve özellikle gayet inandırıcı kanıtlarla yazılmıştır. Risalede yazar, tarihte birkaç kere istila yüzünden bir çok yazma kitaplarının nasıl mahvolduğunu ve sonlara doğru yazı yazacak hattatlar kalmadığından yazmalarının çoğunun yanlışlarla dolu olduğunu, halbuki basma usulü kabul edilirse, yazıların okunaklı, yanlışsız olacağını, kitapların başına ve sonuna mufassal fihristler konularak okuyucu için kolaylık sağlanacağına ve kitaplar ucuzlayarak taşranın da bunlardan faydalanacağını, şehirlerdeyse büyük kütüphaneler kurabileceğini, özellikle Osmanlı devletinin cihatla İslamın şerefini artırdığı gibi kitap yayınlama suretiyle de İslam kültürüne hizmet edeceğini, halbuki Avrupalıların İslami kitapları bir takım yanlışlarla çoktan basmaya ve bu suretle, Doğu’dan para çekmeğe başladıklarını, eğer bir matbaa açılır da bu karın memlekette kalacağını ifade etmektedir.

Damat İbrahim Paşa, bu müracaatı bir encümen huzurunda tetkik ettirerek muvafık buldu ve müteşşebisleri teşvik etti. 1727’de ilk matbaa İstanbul’da ilk matbaayı kurduğu gibi kağıt fabrikasının da Yalova’da açılmasına gayret etti. (1744) Kitap basmanın şeriata aykırı olduğu iddiasıyla ulemanın basım evi açılmasına karşı geldikleri yollu çok yaygın bir inanç vardır. Gerçekte ise ulemadan böyle bir direnme geldiğini gösteren hiçbir delil yoktur. Şeyhülislam Abdullah Efendi fetvayı hemen vermiş, ulemadan on bir kişi ilk kitabın başına konan takrizler yazmışlardır. Bunlar da kitap basmanın şeriata aykırılığından hiç söz etmemişlerdir. Matbaa açıldıktan sonra da Şeyhülislam Abdullah Efendi, İ. Müteferrika’ya basılması gerekli iki kitabı salık vermiştir. Matbaanın tashih işlerine bakmak üzere ulemadan üçü kaldı, bir Mevlevi şeyhi dört kişi memur edilmiştir. Basımevi açıldıktan sonra ve işe başlandıktan sonra da ulema ocağından bir karşı koyma gelmediği gibi kısa süre sonra çıkan Patrona ayaklanmasında da kitap basmaya karşı bir istek ileri sürülmemiş onu kapatma gibi bir olayda hiçbir yerde kaydedilmemiştir.

Fetvada ve fermanda sadece “Ulum-i Aliye” yani din bilimleri dışındaki bilimler üzerine yazılmış olan kitapların basılacağından söz edilir. Yalnız hattatlardan geldiği anlaşılan bir karşı koyma da büyük bir mesele durumuna dönmemiştir. Hattatların geçimini sağlayacak geniş bir alan yine de bırakılmış oluyordu. Osmanlı sisteminde meslekler imtiyazlı, beratlı loncalardı. Hattatların hoşnutsuzluğuna yol açan gerçek sebep, matbaacılığın başlamasıyla yeni bir beratlı mesleğe müsaade edilmiş olmasından ileri gelmiş olması muhtemeldir. Basmacılık II. Mahmut zamanına kadar devletçe verilen bir tekel olarak kalmıştır. Ancak gazeteciliğin başlamasından sonra özel bir girişim işi olabilmiştir. Londra Tarih Cemiyetinin üyelerinden Graf Marsilli’ni 1737 Petesburg Akademisi Matbaasında basılmış olan eserlerinde hattatların direnişi konusunda şunlar yazar.

“Hakikaten Türkler kendi kitaplarını bastırmazlar. Bu da zannedildiği gibi tab’ın onlar için mennu bir iş olduğundan ileri geldiği de katiyen doğru değildir. Ancak bu keyfiyet Türklerin mübeyyiz ve müstensihlerin ekmeğine mani olmayı asla istemediklerinden ileri geldiğine şüphe yoktur. Benim İstanbul’da bulunduğum zaman bu mübeyyiz ve yazıcıların adedinin 90 bin kadar olduğunu anladım” demektedir. Bunlardan çıkaracağımız sonuç şudur: Matbaacılığa karşı konan sınırlamalar şeriat değil, Osmanlı devlet sistemine özgü lonca sınırlamalardan gelmiştir. Türkçe matbaacılığın gecikmesinde din sebepleri değil, siyasi sebeplerin bulunduğunu görürüz. İlki 31 Ocak1729’da çıkan kitaplara bakacak olursak basılması istenilen kitapların dil, tarih, coğrafya, müspet ilimler, askerlik konularında olduğunu görürüz. ( ek kısımda ilk matbaada basılan kitapların listesi verilmiştir.)

Osmanlı dilinde basımın gecikmesinin, başladıktan sonrada gelişmenin ağır gitmesinin sebeplerini şöyle açıklayabiliriz:

1. Basım işinin başlaması ve yürümesi için gerekli şartlardan biri, bazı teknik ilerlemelerin olabilmesidir.
2. Basma işinin yürümesi için yeterli bir okuyucu kitlesi olması gereklidir.
3. Basma sanatının beslenmesi için yeterli kağıt üretimi olması gerekir.Osmanlıda matbaacılığın açılışından sonraki yıllarda bu üç alandaki şartların kitap basımını gerçekleştirecek ölçüde olmadığını gösterecek çok deliller vardır. Bu matbaada bizzat Müteferrika’nın yazdığı “Usulu’l-Hikem Fi Nizami’l Umem” 1732’de 96 sahife ve 500 nüsha olarak basıldı. 53 yaşında yazdığı bu eseri I. Mahmut’a sunmuştur. Bu kitabın Patrona isyanından hemen sonra yazılmış ve yeni padişaha sunulmuş olmasından anlaşılıyor ki Yeniçeri ayaklanmasına karşın 1718’de başlayan fikir ölmemiştir.

Bu kitabın amacı, Osmanlı devlet kuruluşunun bozulmamasının, Avrupa devletlerinin güçlenmelerinin sebeplerini araştırmak, kalkınmak için Osmanlı devletinin neleri öğrenmesi ve alması gerektiğini belirtmektedir. Yazar önce üç siyasal düzenden bahseder: Monarşi, aristokrasia, demokrasia. Bunların tanımlama biçiminden bellidir ki İ. Müteferrika, bunların asıl üçüncüsüyle ilgilidir. Batıda kendisinden az önce yaşamış düşünürler gibi o da sözüne ettiği, demokrasia, parlamento, halk egemenliği yöntemlerinden ihtiyatla söz ettiği, yargısını sakladığı halde üç düzen içinde onu üstün gördüğünü gözümüzden saklayamamıştır.

İbrahim Müteferrika, Osmanlıların gerilmesinin sebeplerini sekiz madde halinde söyle sıralamıştır.

 1. Kanunları uygulamak
2. Adaletsizlik
3. Devlet işlerini ehliyetsiz ellere bırakma
4. Bilim adamlarının fikirlerine tahammülsüzlük
5. Modern askeri teknolojiden habersiz olma
6. Orduda disiplinsizlik
7. Rüşvet ve devlet servetini kötüye kullanma.
Bunlardan öğrenilecek yanlar olduğu tezini güçlendirmek için, Avrupa devletlerinin ve en son esir Moskof devletinin nasıl güçlendiğini, bunların karşısında Osmanlı devletinin nasıl zayıf bir duruma düştüğünü, biricik çarenin bunların yöntemlerini benimsemekte olduğunu anlatır. İbrahim’in yeni coğrafi buluşlarıyla Avrupa ticaretinin dünya ölçüsünde genişlemekte olduğunu, Amerika kıtasının bulunuşunun önemini bildiğini de görülür. Bundan dolayı fizik ve astronomi gibi bilimlerle bugünkü jeopolitik anlamdaki coğrafya bilgisinin devlet yönetimindeki önemi üzerinde durur. Bu bilgilerin gelişmediği bir ülkede güçlü bir devlet olamayacağını anlatır.

İbrahim Müteferrika ilk defa olarak Avrupa’da yeni askerlik kuruluşlarının ve bu kuruluşların gerektirdiği silah değişikliklerini, taktik ve strateji yeniliklerini anlatırken Nizam-ı Cedit terimini kullanır. Bu terimi ilk defa kullanan odur. İ. Müteferrika, Nizam-ı Cedit dediği modern Avrupa ordu kuruluşları savaş yöntemleri hakkındaki fikirlerini, kitabının üçüncü bölümünde biraz ayrıntılı olarak yazar. Osmanlıların eskimiş savaş yöntemlerini uzun uzadıya eleştirerek Osmanlı ordularının yenilenmelerinin bu eskimiş yöntemlerin uygulanması yüzünden olduğu sonuca varır. Başlıca kusur, Batı dünyasındaki askerlik yöntemlerini, yeni örgütlerini, askerlik eğitimini öğrenmemekte, Batı dünyasından habersiz kalmakta bulur. Görülüyor ki zamanı bakımından farklı ve yeni fikirleri olan bir adamla karşılaşıyoruz. Avrupa’daki yeni siyasi rejimler hakkındaki fikirlerinde, Batının düşünürleriyle kıyaslanacak kadar yenilik ve derinlik olmamakla beraber (John Locke ile kıyasladığımızı da görürüz.) İbrahim’in fikirleri bize göre zamanı bakımından çok yenidir.

Onun özellikle Osmanlı Devleti ile ilgili üç noktayı aydın bir şekilde kavradığını görürüz:
1. Yeni usullerin kabulu ile ıslahat yapılması zarureti,
2. Rusya’nın batılaşmasının Türkiye’nin geleceği için önemi,
3. Batılıların Türkiye’nin yaşayıp yaşayamayacağı meselesini tartışmakta olduklarıdır. Bu gözlemleriyle İbrahim Müteferrikayı Türk tarihinin öncü düşünürlerden biri olarak kabul edebiliriz. Müteferrika’nın matbaasının Osmanlının gözlerini dünyaya açılmasındaki etkisi çok önemlidir. Bu uyanışın devam ettiği ve matbaanın yüzyılın geri kalan bölümünden daha pek çok kitap basması ve Osmanlı aydınlanmasının sürmesi, bize onun bu eserinin Lale Devrinin en kalıcı mimarisi olduğunu açıkça göstermektedir.


İbrahim Müteferrika ve İlk Türk Matbaası
Yazan: Ziberkan Zaman:


HAYATI (1674-1745)


İbrahim Müteferrika hakkındaki bilgilerimizi iki Katolik Macardan ediniyoruz. Bunlardan birincisi Müteferrika'nın çağdaşı olan De Saussure Czernak, ikincisi de De Saussure'nin belirsiz olarak yazdığı kimi noktaları bir gerçek biçimine sokan Katolik rahip Kracson dur. Ne yazık ki basılı Osmanlı kaynaklarında İbrahim Müteferrika üzerine özgün kaynaklı hiçbir bilgi yoktur.Henüz arşivler tam incelenmemiştir.İbrahim Müteferrika hakkındaki bilgilerimizin hemen hemen hepsi Avrupa tarihinden gelen bilgilerdir.

İbrahim Müteferrika'nın hayatı hakkında bir çok rivayet vardır.Bunlardan bir tanesi; Macaristan?da (bugünkü Romanya'da Cluj adını taşıyan) Kolazsvar şehrinde muhtemel olarak 1674 yılında doğmuştur. Kimi kaynakların Protestan , kimi kaynakların ise Kalvenist dediği ailesi fakir bir Macar ailesidir. Kolazsvar şehrindeki Kalvenist Kolejinde rahip olabilmek için ilahiyat eğitimi aldığı sırada 1693te Thölkey İmre'nin, o zaman bu şehri elinde bulunduran Habsburglara karşı ayaklanması sırasında Osmanlı askerlerinin eline esir düşmüş, İstanbul'a getirilerek köle olarak satılmış.Kendisini kurtarmak için Macarlardan kimse Fidye-i Necat vermediğinden,efendisi çok zalim bir adam olduğundan kölelik hayatına dayanamayarak zor altında Müslüman olmuş,İbrahim adını almıştır.

Müteferrika'nın hayat hikayesi ile ilgili bir başka rivayet ise;Rahip olmasına çok az bir zaman kalmasına rağmen;bir oduncunun oğlu olması ve yoksul geçen çocukluk hayatı ona, vaaz vermenin karın doyurmayacağını öğretmiş olmalı ki rahipler ona en uygun iş olarak Hakkak(basımcılık)lığı uygun görerek basımevine çırak olarak yollamışlar.Oraya gidene kadar Latinceyi,Yunancayı çok iyi öğrenmiştir.
Türkçeyi ve İslam dinini çok çabuk benimseyen İbrahim Müteferrika, 1711-1714 yılları arasında Risale- İslamiye adında Müslümanlığı savunmak için bir kitap yazmıştır.
Bunu neticesinde de Müteferrikalığa ve haceganlığa kadar yükselmiştir.

18. yüzyılda İslamlığı seçen İbrahim, diğer batıdan Osmanlıya geçmiş ve Müslüman olmuş alimlerin aksine Batının düşüncelerini ve eserlerini de birlikte getiren diğer aydınlarında öncüsü olmuştur.

 1715 senesinde Avusturya'ya düzenlenen sefer sırasında,haberleşme konusunda devlete hizmet etti.1717 de Osmanlı Devletine sığınan Doğu Macaristan?daki Macarların reisi (Rakoçi)nin yanında uzun zaman vazife yaptı.Bu görevinde Osmanlı Devlet adamlarının ve Rakoçi'nin takdir ve itimadını kazandı.

İbrâhim Müteferrika 1719-1735 yılları arasında, Yirmisekiz Çelebizâde Said Efendi ile Türk matbaasını kurma çalışmalarına başladı. Matbaanın faydalarını anlatan ayrıntılı bir raporu, Sadrâzam Damâd İbrâhim Paşaya sundu. İbrâhim Müteferrika, 1729 da fetvâ ve izin aldı. Bu matbaada ilk basılan eser, metal harflerle iki ciltlik Vankulu Lügatı dır. 1737-1739 târihleri arasında ise bu çalışması daha geniş bir şekilde gerçekleşti. Bu ilk Türk resmî matbaasında 17 eser basıldı. Ayrıca başlı başına haritalar da basıldı.

İbrâhim Müteferrika 1737 de Lehistan ile olan anlaşmayı yenilemek için yapılan müzâkerelere katıldı. 1738 de Orşava Kalesinin teslimi için yapılan anlaşmaya başkanlık yaptı. Daha sonra İstanbul'a dönen İbrâhim Müteferrika, geçirdiği rahatsızlık üzerine 1745 senesinde vefât etti. Kasımpaşa Mezarlığına defnedildi.

İbrahim Müteferrika'nın hayatı ve kimliği hakkında özetlemeye çalışdığımız bilgiler,daha öncede belirttiğimiz gibi genelde Avrupa kökenlidir.Ancak edinilen bilgilerin çok da doğru olmadığını yaptığımız çalışmalar neticesinde anlayabiliyoruz.

 Bazı Macar bilginleri , Kracson ve Tibor Halasi-Kun, Müteferrika'nın eseri Risale-i İslamiye yi İslamlık savunması olarak gösterdikleri halde ne bu yazarlar ne de İbrahim'in ilk bu eserle dikkat çektiğini söyleyen Ahmet Hamdi Tanpınar, bu İslamlık savunmasını kime karşı savunulduğundan bahsetmemişlerdir.

 Gerçekte, bu eser ne İslamlık savunması ne de İslamlık üzerine yazılmış bir eserdir.Bu eser Katolikliğe, Papalığa ve teslis inancına hücum eden bir polemikdir. Bu durumun asıl önemli yanı İbrahim'in sanıldığı gibi Kalvenist olmadığını göstermesindedir.Bunu öğrendiğimiz zaman İbrahim'in Türklere karşı Avusturya ordusunda savaştığına, esir düştüğüne, köle olduğuna, kölelik yüzünden ve zorla Müslüman olduğuna inanma olasılığı ortadan kalkar.

İbrahim'in ilahiyat eğitimi gördüğü yıllarda Macaristan'da(Osmanlının Erdel dediği Transilvanya) başlıca üç Hıristiyan akidesi ve kilisesi birbirleriyle savaş halindeydiler. Bunlar Katoliklik, Kalvinistlik, Unitarius inançları idi. Bu sonuncusunu diğerlerinden ayıran, Teslis inancını reddetmesi ve bu yüzden diğer iki inanç tarafından Hıristiyanlığa aykırı, Müslümanlığa yakın sayılmasıdır.
Osmanlıların Macaristanı Avusturya'ya kaybetmesinden sonra orada devlet dini olarak yerleşen Katoliklik, Unitarius inancındakilere karşı baskı siyasetine başladı.
Ancak Unitariuslar Kalvinist perdesi altında Servetusun ve Erdelli ilahiyatçıların Katoliklik ve papalık aleyhindeki kitaplarını okumaya ve incelemeye devam ediyorlardı.
İbrahim Müteferrika Risale-i İslamiye de okunması yasak olan Servetus'un kitaplarını okuduğunu dile getirmekte ve Servetus'un yazdığı Biblia Sacra kutsal kitabından da Arap harfleriyle yazılmış Latince parçalar alır.

Bu bilgiler ışığında Katolik Habsburg ordusuna Osmanlılara karşı savaşmak için katıldığına inanmak çok güçtür. İslamiyeti bilmeyen bir kişi olmayan İbrahim, Katolik Habsburgların yönetimi altında yaşamaktansa Osmanlılığa geçerek Müslüman olduğu açıktır.
Bu bilgiler sayesinde İbrahim Müteferrikanın Avrupalı yazarların anlattığı gibi zorla Türk ve Müslüman olmadığını tam tersine kendi isteği ile Türk ve Müslüman olduğunu görüyoruz.Tarih hep tekerrürden ibarettir.Aynı olayı Fatih Sultan Mehmet Han, İstanbulu fetih ettiği sırada İstanbul'da yaşayan halk Katolik külahı görmektense, Osmanlı sarığı görmeye razıyız diyerek padişah ve askerlerine karşı direnmemişlerdir.Buradan da Katolik zulmünün bir çok defa insanları bunalttığını görüyoruz.

İBRAHİM MÜTEFERRİKA'NIN MATBAASI


 1450 yılında Guttenberg tarafından icat edilen matbaa İstanbul'da, Yahudiler tarafından 1493 te, Ermeniler tarafından 1567 de, Rumlar tarafından da 1627 de kullanılmaya başlandı. Dünyanın ve İstanbul'da yaşayan azınlıkların erken kullanmaya başladıkları Matbaa,Müslüman Osmanlı imparatorluğu ancak 1727 yılında kullanmaya başlayacaktır.

 1720 yılında Fransa ile ittifak antlaşması olanağı aramak maksadıyla Paris'e gönderilen Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet ve oğluna ek bir görev daha veriliyordu.Bu da Paris uygarlığını tanıma görevi idi.

 Bu görev özellikle Yirmisekiz Çelebi Mehmet'in oğlu Çelebizade Said Efendi sayesinde tam niteliğine kovuşmuştur.
Fransız başkentinde babasından çok dolaşan,dostlar edinen, oyunlara eğlencelere giden ve Fransız dilini ilk konuşan Osmanlı Türk?ü olan Çelebizade Sait Efendi, İstanbul'a getirdiği kitaplar, giysiler ve mobilyalar batı modası için bir özenti yaratmıştır. Yirmisekiz Çelebi Mehmet, bu Paris ziyaretinde edindiği uygarlık deneyimlerini Çelebi Mehmet Sefaretnamesi adında raporda toplamıştır.

Baba ve oğlunun matbaa konusunda heyecanları çok fazladır.Pariste gördükleri basım işi onları çok heyecanlandırmıştır. Osmanlı imparatorluğunda İbranice, Rumca,Ermenice ve Latince dillerindeki eserler azınlıkların kendi matbaalarında basılmaktaydı. Ancak Osmanlı Türkçesi ile basım hiç yapılmamıştı. Yeni matbaanın kurulması için Çelebizade sait ve İbrahim Müteferrika görevlendirilmişti.
İbrahim Müteferrika görevi kabul ettikten sonra, hemen basım işinin gerekliliğini ve değerini anlatan bir rapor hazırlar.?Vesületülüt-tıbbaa adını taşıyan bu rapor sadrazama, ulemaya, ve Şeyhülislama sunulur.
İbrahim raporda;
-Basımın İslam ülkelerinde uygulanmamış olmasının zararlarını,
-Osmanlı Devletinin Avrupa'ya göre geri kalmasının nedenlerinden birisinin basım sanatının olmamasıdır.Bu da cahilleşmeye sebep olmuştur.vb konulara değinmiştir.
Basım evinin kurulması için Şeyhülislamın Fetva, Padişahın da Ferman vermesi gerekiyordu. Fetva için İbrahim Müteferrika; zamanın şeyhülislamı Yenişehirli Abdullah Efendiye matbaa açmak, kitap basmak hususunda:kitap basma sanatını iyi bildiğini söyleyen bir kimse,lügat, mantık, astronomi, fizik ve benzerlerini birer kalıba çıkarıp, burada kağıtların üzerine basarak, bu kitapların benzerlerini elde ederim derse, bu kimseni böyle kitap basmasına şeriat izin verir mi diye sordu.Şeyhülislam buna :Kitap basma işini iyi bilen kimse,bir kitabın harflerini ve kelimelerini birer kalıba çıkarıp, buradan kağıtlara basmakla,bu kitapdan az zamanda kolayca çok sayıda elde ediyor.Böylece çok ucuz kitap yazılmasına sebep oluyor.Faydalı bir iş olduğundan,şeriat bu kişinin bu işi yapmasına izin verir.Kitapta yazılı ilmi bilen bir kaç kişi tarafından tasdik edilmelidir.Tasdik olduktan sonra basılırsa, güzel bir iş olur cevabını verdi.
Abdullah Efendi din dışı konularda Türkçe eserler basılmasına ilişkin fetvayı verdikten sonra 5 Temmuz 1727 de,Der-i aliye el mahrusa da bir Türk matbaasının açılmasına ve Türkçe kitapların basılmasına izin veren Ferman da çıktı.
Bu fermanda dini kitaplar dışında denilmesinin sebebi, işlerini ve yönetici sınıf içindeki yerlerini kaybedeceklerinden korkan hattatlardır.Bu madde sayesinde hattatlar işlerine devam edecekler, gelirlerini kaybetmeyecekler, Müteferrika'da tarih, dil, matematik, coğrafya, diğer bilim dallarında istediği gibi eserleri basabilecekti.
Matbaa İbrahim Müteferrika'nın İstanbul'daki Sultan Selim mahallesindeki evinde kuruldu.

Basma aletleri ve harfler,eskiden beri İstanbul'da çalışan Yahudi ve Hıristiyan matbaacılardan sağlandı ve ayrıca Yahudi harf dökücülerine ve mürettiplere başvuruldu. Başka makineler ve harfler Avrupadan, özellikle Lei'den ve Paris'ten getirtildi. Almanya ve diğer ülkelerden de matbaa uzmanları getirtildi. Böylece Avrupada 1450 yılında kullanılmaya başlanan matbaa Osmanlı Devletinde, Türkçe matbaa 1727 yılında geç kalınmış olarak kullanılmaya başlanmış oluyordu.
Osmanlıdaki matbaa kurulurken oluşan heyecan ileriki zamanlarda kaybedilmiştir.Matbaa Osmanlı esnaf sistemine bağlanmış ve ikinci Mahmut'a kadar devletçe verilen bir tekel olarak kalmıştır.Ancak gazeteciliğin başlamasından sonra özel bir girişim işi olabilmiştir.Matbaa'nın lonca sitemine bağlı olması ve devlet tekelinde işlemesi matbaanın gelişimini kötü etkilemiştir.
Matbaa çok yavaş işlemektedir.Bunun sebepleri;

1-Basım işinin başlaması ve yürümesi için teknik ilerlemelerin olması gerekir.
2-Yeterli kağıt üretimini olması gerekir
3-Yeterli okuyucu kitlesinin olması gerekir.
4-Matbaa?nın devlet tekelinde olması. Vb sebepler sayılabilir.
Basım işinin yavaş gitmesinin sebepleri arasında özellikle kağıt çok büyük problem olarak görülmüştür.Basılan kağıtlar hattatların kullandığı kağıtlardan oluşuyordu, bu da basım işinin kalitesini düşürüyordu.bu sorunu çözmek için Müteferrika kağıt sanayinin kurulmasını teklif etmiş ve 1744 yılında Polonya'dan bu iş için ustalar getirtilmişti.

1742de İbrahim Müteferrika orduda görev aldığından matbaa ile ve kağıt işyle ilgilenemedi.1745 yılında da öldü. İbrahim Müteferrika'nın ölümünden sonra matbaa 2 yıl çalışmadı.1747 de Rumeli kadısı İbrahim ile Anadolu kadısı Ahmet'e matbaa imtiyazı verildi.

1749 yılında ustalar kağıt üretimine başladılar ancak çok durgunluk vardı. 8 yıl aradan sonra Van Kulu Lugatı'nın yeni baskısı yapıldı.Bundan sonra da matbaa uzun bir durgunluğa girdi.

İBRAHİM MÜTEFERİKA'NIN MATBAASINDA BASILAN ESERLERİ

Müteferrika zamanında 14 yıl içinde 21 cild tutan 17 eser basılmıştır.Bunların 11 tanesi tarih, 3 tanesi dil, 3 tanesi de faydalı bilimler(coğrafya,mıknatıs,askerlik) dir.
1- Haritalar: Damat İbrahim Paşa matbaanın silahlı kuvvetler için ne denli yaralı olacağını anladığı için ilk basılan eserler haritalar olmuştur.
 Marmara Deniz Haritası, (1132/1720)
 Bahriye-i Bahr-ı Siyah, (1137/1724-1725)
2- Van Kulu Lügatı:Müteferrika matbaasının ilk basılan kitabıdır.1729 yılında basıldı.ilk bölümü yayınlayıcısının giriş yazısıyla başlar,bunu matbaanın açılmasına izin veren ferman ve fetva izler.bunlardan sonra da matbaanın yaraları hakkında bir risale gelir.
3-Usul-ül Hikem fi Nizam-ül Ümem: Müteferrika'nın kendisinin yazdığı ve yayınladığı eser matbaanın olanaklarını ve Avrupa'nın hükümetlerini ve askeri yapısı hakkında bilgiler vermiştir.Bu eserini Padişaha sunmuştur.
4-Cihannüma:Katip Çelebinin eserini coğrafyanın önemini anlatabilmak için basmıştır.
5-Anadolu ve Arabistanı tanıtma yazısı:Ebu bekir ibn Behram yazdığı bir yazıyı basmıştır.
6-Tuhfet-ül Kibar fi Esfar-il Bihar: 1728?de basmıştır.Katip Çelebinin eseridir.
7-Tarih el-Hindi el Garbi el musamma bi-Hadis-i Nav:İbrahim Müteferrika yazmıştır.Amerika kıtasının coğrafyasını ve tarihini tanıtır.
8-Tarih-i Timur Gurgan: 1729 da basılmış Dünya fatihi Timur'u anlatır.
9-Tarih-i Mısır: Mısır tarihini anlatan Süheyl Efendinin eseri 1729 da basılmıştır.
10-Takvim-üt Tevarih :Katip Çelebi?nin dünyanın büyük hanedanlarını ve 1648 e kadar Osmanlı hanedanını anlatan eseri (1733-1734) yılında basılmıştır.
11-Tarihçilerin eserleri:
 Naima 1591-1660 dönemini kapsayan eserleri (1734-1735 yılları arası basılmıştır.)
 Mehmet Raşit 1660-1722 dönemini kapsayan eserleri(1740-1741 yılları arası basılmıştır.)
 İsmail Asım Efendi 1722-1729 dönemini kapsayan eserleri (1741 yılında basılmıştır.)
12-İbrahim Müteferrika?nın en aydınlatıcı eserleri bilim dalındaki yazıları ve yayınları olmuştur.özellikle mıknatıs konusunda yazdıkları ve yayınladıklarıilkler açısından topluma öncülük etmiştir.

Müteferrika'nın matbaasının Osmanlı?nın gözlerini dünyaya açışındaki etkisi çok önemlidir.Ancak bu uyanışın devam ettiği ve matbaanın yüzyılın geri kalan bölümünde daha pek çok kitap basması ve Osmanlı aydınlanmasının devam etmesi ne yazık ki beklenen düzeyde olamamıştır.


SONUÇ

1450 Yılında Gutenberg tarafından icat edilen matbaa Osmanlı imparatorluğunda ancak İbrahim Müteferrika sayesinde 1727 yılında kuruldu.Ancak matbaanın kurulması aşamasında gösterilen çabalar ileriki zamanlarda boşa çıktı.basılan esr sayısı çok yetersiz kaldı.
Aynı zamanda ;
Osmanlıda basılan eser sayısı 50 yi geçmezken; Henüz kalkınmasına başlamamış bulunan Japonya'da 10 bin çeşit kitap, Avrupa?da bırakın 18.yy'ı, 15.yy da 30-35 bin kitap basılmıştır.Bu rakamlar Osmanlı toplumu açısından üzücü bir durumdur.Matbaanın böylesine yavaş çalışmasının bir çok sebebi olabilir.Ancak en önemli sorunu okuyucu sınıfının az olması talebin olmamasıdır. Talep az olduğu için , arz da haliyle çok az olacaktır.

İbrahim Müteferrika Avrupa'da bilim alanında teokrasiye karşı büyük bilim önderlerinden değildir ancak mıknatıs konusundaki yazıları, Katip Çelebi'nin eserlerine yaptığı katkılardan onun hem doğuda hem de batıdaki bilim alanlarını tanıyan bir kişi olduğunu anlıyoruz.

 Osmanlı toplumundaki aydınlanmanın mimarlarından olan İbrahim Müteferrika ilk defa askeriyede Nizam-ı Cedit terimini kullanan kişidir.

İbrahim Müteferrika, İlk matbaayı kurarak, kitaplar basarak ve bilimsel yazılar yazarak Osmanlı aydınlanmasında ve günümüz medeniyet mirasına katkısı olmuştur.


KAYNAKÇA

1. Niyazi Berkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma, YKY,2006,İstanbul

2. Bernard Lewis, Modern Türkiye'nin Doğuşu, TTK, 2004, Ankara

3.Stanford Shaw, Osmanlı İmparatorluğu Ve Modern Türkiye, E Yayınları 2004 İstanbul

4. İsmail Hakkı Uzunçarşılı,Ferman Ve Fetva suretleri cild 4 s.160-161(Niyazi Berkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma, YKY,2006,İstanbul)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder