18 Temmuz 2013 Perşembe

İBN-İ EBİ USAYBİA



İBN-İ EBİ USAYBİA


Onüçüncü yüzyılda yetişmiş ve İslâm aleminde tanınmış en meşhur tıp alimlerinden. İsmi, Ahmed b. Kasım es-Sadi el-Hazreci, künyesi Ebü’l-Ab-bas, lâkabı Muvaffaküddin’dir. Kendisi gibi tabip olan dedesinin lâkabı olan İbn-i Ebi Usaybia adıyla meşhur oldu. Babası ve amcası da devrin ileri gelen tabiplerindendiler. Meşhur eseri Tabakat-ül-Etibba’da kendi hayatı hakkında biraz bilgi bulunmaktadır. Bu bilgiye göre, 1203 senesinde Kahire’de doğmuş, 1269 senesinde Şam’da vefat etmiştir.

Büyük bir kabiliyete sahip olan İbn-i Usaybia, Maristan-ı Nuriyye’de tıp ilmini öğrendi. Ruhbi, Külli, İbn-i Baytar ve Dahvar gibi büyük hekimler den tıp dersleri aldı. Ayrıca İbn-i Baytar ile beraber botanikle ilgili çalışmalan oldu. Daha sonra Kahire’deki Naşiri Hastanesi’nde göz doktorluğu, 1237 senesinde Sarhad’da, Emir İzzedinile Aydemir’in özel doktorluğunu yaptı.

Zengin bir kütüphanesi bulunan Ümran bin Sadaka’nın kütüphanesinden istifade etti.

Kahire’de Sadid bin Ebi’l Beyan’ın derslerinden faydalandı.

Bir taraftan mesleği ile ilgili çalışmalarına devam ederken, diğer yandan Tabakat-ül-Etibba adlı eserini yazdı. Tıp bilginlerinin biyografilerini veren bu eser, aynı zamanda fizikçi, filozof, astronom ve matematikçilerin de hayatlarını anlattığı için, vazgeçilmez bir kaynak olarak günümüze kadar kullanılmıştır.

Daha çok tıp tarihiyle ilgili olan bu eser, sahasında tektir.

İbn-i Ebi Usaybia, eserini 1242 senesinde bitirdiği halde, esere ölümün den bir sene öncesine kadar çeşitli ilavelerde bulunmuştur.

Ne İbn Nedim’in ve ne de İbnü’l-Kıfti’nin eserleri ona yetişebilmişlerdir.

Dört yüz kadar doktorun hayatına yer verilen bu eserde ayrıca, Hint ve Yunan tıbbı ve doktorları hakkında da bilgi verilmiştir.

Eser, İslâm aleminin ilmi ve sosyal durumu hakkında da geniş bilgiler vermektedir.

Bu bakımdan, büyük İslâm tarihçilerinin umumi tarih alanında yazdıkları bilgileri tamamlayıcı durumundadır.

Tabakat’ül Etıbba veya Uyun’ül Enba’nın en faydalı taraflarından biri de, günümüzde kaybolmuş bir kısım eserlerden bazı parçaları içine almasıdır. Meşhur Yunan hekimi Galen, Müslüman doktorlardan Huneyn ve oğlu İs-hak’ın, Cebrail bin Bahtişu gibi doktorların eserlerinden bölümler aktarılmıştır.

Eser, son derece sağlam kaynaklara, vesikalara dayandırılmıştır. Doktorların hayatları hakkında verdiği bilgiler şüphe edilmeyecek derecede doğru ve sağlamdır.

İbni Ebi Useybia, doktorların hayatlarına yer verdiği her bölümün sonuna, faydalandığı kaynaklan yazmayı da ihmal etmemiştir. Doktorların büyük ilmi faaliyetleri, ulaştıkları hayrete şayan bilgiler de doğru bir şekilde anlatılmıştır.

Bugün Avrupa’da İslâm tababeti (doktorluk) hakkında iki eser yazılmıştır.

Bunlardan birisi Almanca olarak Wüstenfeld, diğeri de Fransızca olarak Leclerc tarafından kaleme alınmıştır. Her iki eser de İbni Ebi Useybia’nın Uyun’ül Enba’sına dayandırılmaktadır.

Reiske, Sanginetti, Hamit Vali Efendi gibi birçok bilginler, bu kitabı haşiye (dipnot)lerle tercüme etmeye çalıştılar, fakat birkaç sayfa yapıp bıraktılar. Halbuki umumi Doğu Tarihi yazan doktor ve tarihçilerin böyle bir tercümeye şiddetle ihtiyaçları bulunmaktadır.

Uyun’ül Enba fi Tabakat’il Etıbba, A. Müller tarafından 1882′de Kahi re’de ve bir önsöz ile 1884′te de Königs Berg’de iki cilt halinde neşredilmiş tir.

Bunlardan başka İbni Ebi Useybia’nın tıbla ilgili fıkra, kendisinin ve hocalarının hastanelerdeki deneylerinin oldukça değerli bir vesikası durumun da olan “Kitab’ül Hikâyat el-Etıbba fi İlacat et-Edva” ve “Kitab’ül İşâbat el-Müneccim” iki eseri bulunmaktadır.

Aynca tecrübelerinden bahseden “Kitab’üt Tecarib ve’l Fevaid” adlı bir eseri daha vardır ki, bunu tamamlayamamıştır.

İbn-i Ebi Usaybia’nın bundan başka tıbba ait eserleri şunlardır:


l- Kita-bu Hikâyati’l-Etibba fi İlacati’1-Edva, 2- Kitabu İsabatü’l-Münccim, 3- Ki-tab’t-Tecaribve’1-Fevaid (bu eserini tamamlayamamıştır)


http://www.nedirturk.com/kategori/tip

İBNİ HATİP ( 1313 – 1374 )



İBNİ HATİP ( 1313 – 1374 )



İbni Hatip, ( 1313 – 1374 ) Vebanın bulaşıcı hastalık olduğunu ilmi yoldan açıklayan doktordur.

Endülüsün büyük doktorlarından olup asıl adı lisanüddin Ebu Abdullah Muhammed bin Abdullah bin Said bin âli bin Ahmed bin es Selmani’dir. Gırnata da öğrenim gören ibn-i hatip, gırnata’nın en büyük bilginleri arasına girdi.

Büyük bir müellif, şair, devlet adamı ve doktor olan ibn-i hatip, bir süre vezirlik yaptı. Çeşitli konularda atmışa yakın eser veren ibn-i hatip, vebanın yayıldığını söyleyerek yüzlerce yıl önce karantina uygulamasını başlatmıştır. ibn-i hatip’in tıpla ilgili olan eseri El Mukni’üs Sail an’il Maraz’ıl Hail (vebayı soranı ikna eden kitap) 1863 yılında M.J Müller tarafından tercüme edilmiş ve neşredilmiştir.

Veba hastalığı ve bulaşıcılığı hakkında, Yersin ve Kitasato tarafından 1894 tarihinde mikrobu keşfedilmeden önce eser veren, bu konudaki izahlarıyla dikkatleri üzerine çeken büyük bir Müslüman hekimdir.

Aynı zamanda vezir ve şair olan İbni Hatip, Gırnata’ya yerleşen Hatip Oğulları ailesindendir. Asıl adı Lisanüddin Ebu Abdullah Muhammed bin Abdullah bin Said bin Abdullah bin Said bin Ali bin Ahmed es Selmani’dir.

İbni Hatip, Gırnata’da öğrenim gördü. Güçlü bilginlerden dersler aldı. Bıkma usanma bilmez gayretleri sonucu en büyük bilginler arasına girdi. Büyük bir müellif, şair, devlet adamı ve doktor oldu. Vezir Ebü’l Hasan’ın vefatından sonra yerine geçti (1354). 1360 yılına kadar bu vazifede kaldı. Bir ara vazifeden alındı ise de birkaç sene sonra tekrar vezirliğe getirildi ve nihayet 1374 yılında Gırnata’da vefat etti.

İbni Hatip, doktorluğun yanında edebiyat, tasavvuf ve felsefeyle de uğraştı. Bu konularda 60 kadar eser verdi. Eserlerinden ancak üçte biri gününüze Kadar gelebildi.

Tarihle ilgili “Gırnata Tarihi” eserinin yanında daha çok ve bayla ilgili eseriyle şöhret buldu. İbni Hatip bu eserinde, vebayı günümüzün modern anlayışı içerisinde gayet güzel izah etmektedir.

İbni Hatip, “El Mukni’üs Sail an’il Maraz’ıl Hail(Vebayı soranı ikna eden kitap)adındaki bu eserinde, kara ölüm diye nitelendirilen, Avrupa’yı kasıp kavuran, çaresiz ve devasız bırakan veba salgınına mantıki bir izah kazandırıyordu. O devre kadar özellikle Avrupa’da hastalık fert fert doğar, bulaşma söz konusu değildir şeklinde bir kanaat vardı. Bu yanlışa İbni Hatip bütün bütün karşı çıkıyor, şahsi deney ve tecrübeleri, ayet ve hadislerin ışığı altında modern bir anlayış içinde açıklık getiriyordu.

İbni Hatip, vebanın kesinlikle bulaşma yoluyla yayıldığını, hasta ve eş yalarıyla intişar ettiğini anlatıyordu: “Bazı kimseler hastalığın bulaşma yoluyla yayıldığını kabul etmiyorlar. Biz, bulaşmanın mümkün olabileceği görüşünü nasıl kabul edip doğrulayabiliriz?” sorusunu soranlara şu cevabı veririz:

“Bulaşmanın varlığı; tecrübe, araştırma, hisler ve kendilerine güvenilir nakillerin açıklığı sayesinde anlaşılmaktadır. Bu gerçekler, pek sağlam delillerdir. Hastalıklı kimse ile temas etmeyen kimseler sağlıklı kalmaktadırlar. Buna en güzel örnek, bilhassa Afrika’da gözlemlerimizle tespit ettiğimiz bedevi oymaklarıdır. Temasa geçenler ise hastalığa yakalanmaktadırlar. Bu geçiş için hastanın giydiği elbiseyi, giyme, kullandığı kap kaçağı kullanma, takındığı küpeleri takınma, vebalı evden bir kişinin diğer insanlarla görüşmesi, temiz bir limana hastalığa bulaşmış bir geminin gelmesi yeterlidir. Dikkatli bir araştırmacı bunu gayet açıklıkla görebilecektir.”

İbni Hatip, bu görüşleriyle İslâm medeniyetini, Antik medeniyetin (eski Yunan medeniyeti) çok çok fevkine çıkarmış oluyor, insanlığa paha biçilmez bir hizmette bulunu yordu.

İbni Hatip, veba hakkındaki bu cesurca açıklamalarını ileri sürerken, hiç şüphesiz ayet ve hadisler den ilham alıyordu. “Kendi kendinizi tehlikeye atmayınız.” (Bakara, 195) “Bir yerde taun (veba) çıktığı zaman oraya girmeyin. Eğer hastalık çıkan yerde iseniz, oradan da çıkmayınız” (hadisi şerif) gibi dini rehberleri vardı. Hz. Ömer Şam’da veba salgınının çıktığını öğrendiği zaman oraya girmemiş, askerlerinin halkla görüş melerini engellemişti. Ta o zamanlar günümüzde geliştirilen karantina usulü böylesine tatbik edilmişti. İşte İbni Hatip’in önünde izahlarını dayandırdığı böylesine sağlam deliller vardı. Sonra gözlem ve deneyleriyle de aynı neticeye varmış, hiçbir kimsenin cesaret edemediği bir dönemde cesurca izahlarda bulunmuştu.

İbni Hatip’in bu kıymetli eseri 1863 yılında M.J. Müller tarafından tercüme edilmiş ve neşredilmiştir.



http://www.nedirturk.com/kategori/tip


EBU BEKR İBN BEDREDDİN EL-BAYTAR



EBU BEKR İBN BEDREDDİN EL-BAYTAR

 

Ebu Bekr, Memlük sultanı En-Nasır Nasır'üddin Muhammed b. Kalaûn (1293–1341) zamanında yaşamış, ortaçağın ve İslâm medeniyetinin en büyük veteriner hekimidir. Ebu Bekr'in babası Bedreddin El-Baytar da Memlük sarayında veteriner olarak çalışmıştı. Nasır'ın babası Mansur El-Kalaûn (1279–1290) at aşığı bir hükümdardı. Sonradan meşhur olan hatta tanınmış Türk hekimlerinin de gidip çalıştığı bimaristanı (hastane) tesis etmişti. Kalaûn'un oğlu Muhammed Nasır da babası gibi İlme ve ilim ehline muhabbeti olan bir hükümdardı. Babasının kurduğu bîmaristanı tamamlamıştı. Nasır hayvan yetiştirilmesine ve ziraata çok ehemmiyet vermiştir 1298–1340 yılları arasında Ebu Bekr saray veterineri olarak çalışmıştır. Zaten bütün İslâm devlet adamlarının at sevgisi fazladır. Sarton bu mevzuda "Zamanımızda, eski günler, bilhassa İslâm memleketlerindeki kraliyet ahırlarının büyüklüğü tahmin ve tasavvur edilemez. Birkaç yıl önce (1947'den birkaç yıl Önce) Moraka'da Meknes'i ziyaretimde 17. asırda Malay İsmail tarafından inşa edilmiş olan 12 bin at aldığı söylenen ahırların içini ancak otomobille gezebildim." demekle saraylarda ata gösterilen büyük alâkayı ifade etmeye çalışmıştır. İşte Ebu Bekr, böyle bir atmosfer içinde yaşamış ve ilgi çekici vasıfta bir eser vermiştir. Batılı tarihçilerce de devrinin en iyi veteriner hekimlik kitabı olarak kabul edilen eserinin adı "Kâmil'üs-Sınaatayn el-Baytara ve'z-Zırtıka"dır. Baytarlık ve zırtıka hakkındadır. Zırtıka, zartaka'nın cemi (çoğul) şeklidir ve hayvanların talim-terbiyesi ve diğer işleri demektir.

Gebelik ve doğum mevzuunda gebelik belirtileri iyi anlatılmıştır. Gebe hayvanların bakımı bugüne benzer durumdadır.

Veterinerlikle ilgili beşinci makale otuzdört babtır.

Birinci babtan sonra hastalıklar baştan itibaren vücudun kısımlarına göre ayrılarak, çok sistematik olarak İncelenmiştir. Göz ve kulak hastalıkları iyi anlatılmıştır. Burun akıntısı ile seyreden gourme ve malleus'a (orta kulak kemiği) da dikkat etmiştir. Boğaz ve çene hastalıklarının başında "sıraca" adı altında malleus ve gourme'ti anlatırken bu iki hastalığı birbirinden açık bir şekilde ayırmaktadır. Hiçbir şekilde gourme'nin malleus'a başlangıç olacağından söz etmemiştir. Çene altında soğuk apselerle beliren malleus'un bacaklarda da lymphangitislerle (lenf damarları iltihabı) seyrettiğini yazmakla "deri ruamı"nı da bildirmiştir. Bu satırların 14.ncü yüzyılda yazılmış olması çok mühimdir, çünkü daha sonraları 16. ncı hatta 17. nci yüzyılda bile veteriner yazarlar gourme'un eskiyi nce malleus'u doğurduğunu, deri ruamının ayrı bir hastalık olduğunu, akciğer ruamı ile alâkasına dikkat etmeden yazmışlardır. Gene çok mühim olan bir nokta da Ebu Bekr'in malleus'un insanlara geçtiğinden de bahsetmiş olmasıdır ki, biz en eski olarak buna Ebu Bekr'de rasladık. Hatta 17. nci yüzyılda yaşamış ve malleus mevzuunda en ileri görüşlere sahip olan Fransız veterineri Solleysel dahi bundan bahsetmemektedir.

Boyun hastalıkları arasında Ebu Bekr romatizma ve tetanozdan bahsetmiştir. Omuz topallığından ve arpalamadan bahsetmiştir. Atın diz ve sinirlerinde hastalıklar başlığı altında exostose, (kemiklerde çıkıntı) hygroma, (mâyi ihtiva eden kist) hydarthrosse, (eklem boşluğunda su toplama) tendinitis (kirişlerin İltihabı tendonla-rtn (kiriş) yara ve kopmaları gibi hastalıklardan bilgi ile bahsetmektedir.

Tırnaklar için Ebu Bekr, "atın esası tırnaktır, tırnak evin temeli gibidir. Tırnak hastalıkları her hastalıktan daha mühimdir." demekle modern bir görüşe sahip olduğunu belirtmiştir. Arka bacakların dizlerden yukarı kısımların patelle (diz kapağı kemiği) takılması, kalça topallığı, elephantiasis (Fil hastalığı) adı altında lymphangitis malleosa'ya benzer arazla hastalıklardan bahsetmiştir. Ebu Bekr, bu bölümlerde ne kendinden önce ne de yüzyıllarca sonrasına (Solleysel'e) kadar hiçbir yazarla karşılaştırılamayacak kadar mükemmeldir.

Bu büyük yazarın büyük ve üstün eseri üzerinde bizden önce Batılı yazarlar, Perron'un 1852-1860 yıllarında Fransızcaya yaptığı tercümesinden faydalanarak incelemeler yapmışlardır.

Ebu Bekr bu eserini, Melik Nasır'a ithaf ettiği için kitabın meşhur ve maruf ismi: Nasırî'dir. Kitap on makaleye ayrılmıştır. Kitabın birinci makalesi yirmi kısma ayrılmıştır. Kur'an'dan bazı âyetlerle başlar. İnsan ve at arasındaki benzerlik ve ayrılıkları ele almış, insan ve atta burun, nefes borusu, kalb, baş, ciğer, mesane, böbrekler, erkeklik ve dişilik, kemikler, kıkırdak, sinir, kaslar, deri kılları ve beş duyu aynıdır, demiştir. Her iki canlı arasında müşterek hastalıklar arasında kuduz da sayılmaktadır. Birçok ilaçlar her İkisinde de kullanılır. Bazı durumlarda farklı ilaçlar verilir.

Genital organ hastalıklarına ayrılan bölümde durin (dourine) anlaşılır semptomlarla bilinmektedir. Metritislerin (rahim iltihabı) sonradan kısırlık yaptığını doğru olarak yazmıştır.

Bundan sonraki üç bab'da vücudun kuyruk, bel ve karın gibi yerlerindeki hastalıklar üzerinde durulmuştur. Lumbago, (bel ağrısı) bazı yaralar, hydrops (safra kesesinin mayi ile dolu şiş hali) ascites, peritonitis (iltihab sıvısı) exudativa hernia abdominalis ve ventralis harnia umbilicaIis ve evantrasyon doğru, anlaşılır septomlarla anlatılmıştır.

Üç bab karaciğer, akciğer ve böbrek hastalıklarına ayrılmıştır. Malleus akciğer hastalıkları arasında yeniden gözden geçirilir; aynı zamanda burundan fena bir akıntının da geldiğine çok doğru olarak İşaret edilir.

Ebu Bekr, tedavi bölümlerinde başlangıçtan İtibaren yara ve apseler İçin uygun metotlar kullanır. Kırık, çıkık ve burkulmalarda durum aynıdır. Omuz ve kalça topallıklarında bugünkü gibi apse de fixation (tesbit) yapar. Arpalama hastalığı için kan almayı, bacakların soğuk suya sokulması ve friksiyon gibi bugünde kullanılan uygun tedavi şekilleri tavsiye edilmiştir.

Prolapsus uteri ve vaginae (rahim ve haznenin dışarı çıkması) olaylarında dışarı çıkan organ kısımlarını papatya suyu İle yıkadıktan sonra yeniden yerine yerleştirmekte ve vulvaya alt kısmı açık kalmak ü-zere dikiş koymaktadır. Daha sonraki günlerde nar kabuğu (sıkıcı) ve alkol ile lavajlar yapar. Bu tedavi prolapsusun en uygun tedavisidir. Bazı sancılarda rektal (son barsak) muayeneyi tavsiye ederken bu işteki tecrübesini göstererek veterinerin tırnaklarını kısa olması gereğine dikkati çekmektedir.

Ebu Bekr'in en modern olduğu bölüm embriyotomi (ceninin rahimden çıkarılması) operasyonudur. "Karından yavru ölmüşse çıkamaz. Eğer yavru yaşamıyor ve bir uzvu çıkmışsa önce o uzuv kesilir, sonra zikrolunacağı üzere kol uterusa sokularak embriyotomi yapılır. Üstad olan veteriner elini temizledikten sonra menekşe yağına batırıp kollarını güzelce yağlar, parmaklan arasına bir ustura alır, kolunu yavaşça uterus'a (rahim) sokar. Eğer yavru doğru gelmiş de başı önde ise hazır olan çengelleri gözünün, üst çenesinin ve alt çenesinin kekimlerine iliştirip azar azar dışarı çekilir. Çekmeden önce kısrağın vaginası (haznesi) koyungözü otu ve eğrice yonca otunun kaynamış suyu ve menekşe yağı ile kayganlaştırılır. Ölü yavrunun bütün çıkması için yolların kaygan olması gerekir. Eğer yavru devrilmiş (dönük) ise veya boynu eğri olup doğrultulması mümkün değilse önce rastlalanan uzuv kesilir. Bu kesilen uzuv tam olarak dışarı çıkarıldıktan sonra yavrunun diğer kısımları dışarıya alınır. Ondan sonra kunduz hayası, kimyon ve tuz kaynatılmış zeytinyağı ile lavaj yapılır, bunu tekrarlamak gerekir." Yukarıdaki hülasa edilmiş operasyon tarifinden Ebu Bekr'in bu mevzuda ne kadar bilgili olduğu görülmektedir.

Kastrasyon (kısırlaştırma) bahsinde de Ebu Bekr çok yeterli bilgi vermektedir. Bugün dahi kullanılabilecek ateşle veya bıçakla kesme, döğme ve serbest kastrasyon gibi dört usul tavsiye eder.

Evantrasyon olaylarında çok uygun tedaviler tatbik etmektedir. Başka hiçbir yerde rastlanamayan bu operasyonu hülasa olarak anlatmak yerinde olacaktır: Evantrasyona uğrayan hayvan arka üstü yatırılır, ayaklan yukarı kaldırılır; bu suretle bağırsaklar kolaylıkla yerine gönderilecektir. Geri gönderilmeden önce bağırsakları ılık alkolle yıkamalıdır. Sonra karın boşluğuna itilirler. Yarada iç derinin (kas tabakalarının) uçları yaklaştırılır, kanatlı karıncalarla tutturulur. Karıncaların bir tanesi ele alınır, arka tarafı sıkılır, bu suretle karınca ağzını açar. Ağız açılınca iç derinin iki kenarı karıncanın ağzına verilir, sonra makasla karınca ortasından kesilir, karınca acıdan eti ısırır. Daha sonra diğer bir karınca alınıp aynı şeyler tekrarlanır. Yara baştanbaşa karıncaların ağızları ile kapatılır. Her iki karıncanın aralıkları bir parmak mesafede olmalıdır. Bundan sonra dış tabaka (deri) pamuk ipliği geçirilmiş iğne ile dikilir. Dikişlerin araları ikişer parmak olup, aralıklarından hava ve rutubet çıkabilmelidir. Baştanbaşa dikilince yara uzunluğunca sargı konup üstü uzun bir bağ ile bağlanmalıdır. Tedavî müddetince, atın yemi yaş ve soğuk olmalıdır. Hayvan kabız olmamalıdır. Çünkü kontipasyonda defakasyon (dışkılama) esnasında karnın sıkılmasından dikişler sökülebilir. Yaraya yakın sakız yakısı vurup üçüncü gün sargı değiştirilir. Yaraya hurma, zift merhemleri gibi kavuşturucu ilaçlar sürülür. Evantrasyon tedavî eperasyonu sırasında Ebu Bekr bağırsakların, karın boşluğuna itilmeden önce, ılık alkolle yıkanmasını ihmâl etmemiştir. Kas tabakasını dikmek için katgüt yerine gene organik bir madde olarak karıncaları kullanması ilgi çekicidir. Operasyondan sonraki diyet de uygundur.

Ebu Bekr, hydrops ascides olaylarında karın boşluğuna biriken sıvıyı ponksiyon yolu ile boşaltmaktadır. Zamanından çok ileri tedavî metotları ile dolu olan bu makaleden sonra 9 ncu makalede Ebu Bekr 12 bab'da materia medika ve koteriasyon şekillerinden bahsetmiştir.

"ORTOPEDİ"

Kitabın 10 ncu ve sonuncu makalesi 15 bab'a ayrılmıştır. Ebu Bekr'in en rahatlıkla yazdığı bölüm burasıdır. İlk bablar çeşitli at nalları, nal çivileri ve nallama tekniğine ayırmıştır. 360 kadar nal çeşidi bildiğini yazmaktadır. Bu nallardan büyük bir kısmı ayak hastalık ve kusurlarında tedavî maksadı ile kullanmaktadır. "Topuk çalma hâlinde tırnağın dış tarafı iç tarafından daha fazla yontulduktan sonra, topuk çatan yer düz olan bir nalla orası yükseltilerek nallanır." diyen yazar bazılarının ökçeleri fazla sıkıştırarak nallamalarının ökçe darlığına sebeb olduğunu ve daralan ökçenin tırnak çatlaklarını doğurduğunu büyük bir hazakatle yazmıştır.

Paytak bacaklılık olaylarında iç kenarları daha alçak nalla; ayağın kavisli (bou-leture) durumlarında ise tendoların kısalmasından tırnak dik bir pozisyon alır, bunu düzeltmek için ökçeleri düzeltir, alçatır ve sümbükte gagaları bulunan bir nalla tırnağı nallar ki yalnız bu bile bize Ebu Bekr'in ortopedi mevzuunda ne kadar modern olduğunu göstermeye yeterlidir. İtellilik, kronik farbür ve krapo gibi ayak hastalıklarının tedavilerinde çok uygun nallar kullanmıştır.

Kitabın son bölümünde katır ve merkep nallarından da bahseder.

Bu son makalede Ebu Bekr tarafından verilen bilgilere ne daha önceki eski Yunan eserlerinde ne de sonraki kitaplarda rastlanmaktadır. 17 nci hata 18 nci yüzyıldan sonradır ki ayak hastalıklarının nallarla tedavî ve düzeltme metotları Batıdan veteriner hekimliğine girmiştir.

Netice olarak Ebu Bekr 14.ncü asırda İslâm veteriner hekimliğinin Avrupa'ya nazaran çok üstün durumunu gösteren, zamanının veteriner ansiklopedisi diyebileceğimiz pek değerli eseri ile veteriner tarihinde parlak yer tutmaya hak kazanmıştır.

ABDULLAH BİN AHMED EL-BAYTAR




ABDULLAH BİN AHMED EL-BAYTAR



İbn el-Baytar (Arapça: ابن البيطار) (veya İbn Baytar, İbni Baytar), tam künyesi ile Ebu Muhammed Abdullah bin Ahmed bin el-Baytar ( d. 1197 - ö. 1248) müslüman Arap bilim adamı, botanikçi, eczacı ve hekim. Endülüs'ün en önemli bilim adamlarından olan İbn Baytar, İslam'ın Altın Çağı'nın ve Müslüman Tarım Devrimi'nin en büyük eczacı ve botanikçilerinden biri sayılmaktadır.

Hayatı:


Málaga isimli Endülüs şehrinde 12. yüzyılın sonlarında doğan İbn Baytar, Málaga'lı botanikçi Ebu Abbas el-Nebati'den botanik dersleri almış ve hocasıyla birlikte İspanya ve İspanya yakınlarından bitki örnekleri toplamaya başlamıştır. El-Nebati o dönemlerde bilimsel bir yöntemin temellerini atmıştı; testlerde ampirik ve deneysel teknikler kullanıyor, birçok tıbbî malzemeyi (materia medicayı) saptıyor ve tanımlıyor, gerçek deneyler ve gözlemler sonucu ulaşılan bilgilerle doğrulanmamış bilgileri ayrı ayrı kategorize ediyordu. Nitekim benzeri bir yöntem de İbn Baytar tarafından daha sonra kullanılmıştır.[1]



1219 yılında İbn Baytar, İslam topraklarının her yöresinden bitki örnekleri toplamak amacıyla Endülüs'ü terk etti. Afrika'nın kuzey sahilinden Anadolu'ya kadar yol almış, Bugia (bugün Bejaia), Konstantinopolis (bugünkü İstanbul), Adalia (bugünkü Antalya), Tunus, Trablus gibi yerleri gezmiştir. 1224 yılından sonra Eyyubi sultanı el-Kamil'in yanında baş şifalı bitki uzmanı olarak çalışmaya başlamış, sultan Şam'a kadarki bölgeyi kontrolü altına alınca onunla birlikte bölgeye giderek Suriye'den de bitki örnekleri toplama fırsatı bulmuştur. 


İbn-i Baytar bir dönem hocası ile birlikte ilaç yapımında kullanmak için Sevilla ve çevresinde dolaşıp çeşitli bitkiler toplarken o bölgede yaşan tıp bilimcileri ile tanışarak bilgi alışverişinde bulunmuştur. Küçük yaşlardan itibaren aldığı dersler ve hocası ile birlikte dolaşmış olduğu Yunan, Rum ve İslam şehirlerinde inceledikleri bitkiler üzerine yoğun çalışmalar yapmış olan alim, bu bitkiler ile karışımlar hazırlayarak birçok hastalığa çare bulmayı başarmıştır. 



Dioskorides, Calinus, Hipokrat, İbn-i Sina, Gâfikî gibi dönemin en ünlü tıp bilimcilerinin eserlerini yakından incelemiş olan İbn-i Baytar bu bilim adamlarının sunmuş olduğu bilgilerin bir kısmına şerhler yazmıştır. Bu bilginler tarafından yazılan eserlerdeki birçok bilgiyi deneyler sonucunda yanlış olduklarını ıspatlayarak doğru olan bilgileri eserlerinde kaleme aldı. Eserlerini yazarken incelemiş olduğu 1400 farklı bitki hakkında geniş bilgiler sunan İbn-i Baytar bu bitkiler ile hangi yolla hangi ilaçların elde edileceğine dair geniş bilgiler sunmuştur. Botanik biliminin geliştiricilerinden sayılan İbn-i Baytar’ın eserleri halen günümüzde Botanik ile ilgilenen bilim adamları tarafından incelenmektedir. 


İbni Baytar, elde etmiş olduğu bilgiler ile tarlalarda mahsüllere zarar veren otları datedkik eden ilk eczacıdır. İlaçlar arasında karşılaştırmalar da yapmış olan İbn-i Baytar kendi incelemiş olduğu bitkiler ile yaptığı ilaçları farklı tıpçılar tarafından yapılan ilaçlarla karşılaştırmış ve aralarındaki farkları eserlerinde anlatmıştır. Bitkiler dışında hayvanlar üzerinde de araştırmalarını sürdürmüş olan İbn-Baytar hayvan hastalıklarını da bitkilerden elde etmiş olduğu ilaçlar ile tedavi etmiştir.


Şam'da 1248 yılında vefat etmiştir.

 

Eserleri:

İbn-i Baytâr’ınçalışmaları daha çok eczacılık ile ilgilidir. Yazdığı eserlerde ilaçlar ile ilgili neredeyse en detaylı bilgiler yer almaktadır. Günümüzde halen birçok eczacı bu eserleri inceleyerek ilaçların etkilerini, nasıl kullanılmaları gerektiği, hangi hastalıklarda ilaçların hastalığa nasıl iyi gelebileceğini ve ilaçların hangi doğal yollar ile elde edilebileceğine dair bilgileri bu eser sayesinde öğrenmektedir. Birçok yabancı ilaç bilimcisi birçok ilacı bu kaynağı inceledikten sonra keşfetmiştir. 

İnsanlar tarafından kullanıldığında faydalı sonuçlara varılacak olan bilgiler sunmak her Müslüman bilim adamının öncelikli görevi olduğunu dile getiren İbn-i Baytar, eserlerinin başında verdiği bilgilerin doğru olduğunu ve birçok deneyden çıkan sonuçlar ile kanıtlandığını belirtmektedir. Eserlerini öğrencilerinin ve kendisinden sonra gelecek olan bilimcilerin kolay bir şekilde inceleyip anlayabilmeleri için özenle hazırlamış, sistemli bir şekilde ilerleme kaydetmiştir. İlaçlar ile ilgili bilgiler sunarken kendisinden önce o ilaç ile ilgili yapılan çalışmaları ve diğer alimler tarafından öğretilmiş bilgileri yazdıktan sonra bu ilaçlar ile ilgili olarak kendi deney sonuçlarını da paylaşmıştır.

Kitab el-Cami'fi el-Adviyye el-Müfredah:
İbn Baytar'ın baştapıtı Kitab el-Cami'fi el-Adviyye el-Müfredah (Arapça: كتاب الجمع في الأدوية المفردة) isimli eseridir. 


Eser uzun bir süre önemli bir botanik otoritesi olma özelliğini kaybetmediği gibi, eczacılık açısından da büyük önem taşımıştır; zira eserde, yaklaşık 300'ü tamamen kendi keşfi olan, en azından 1400 farklı bitki, ve ilacın ansiklopedik tanım ve tarifleri yer almaktadır. Eser 1758 yılında Latince'ye çevrilmiş, 19. yüzyıla kadar Avrupa kullanılmaya devam edilmiştir.[2] Eser ayrıca kendinden önceki 150 kadar Arap, 30 kadarsa Yunan müellife referans içermektedir.[3].

Bu eser Müfredât-ı İbn-i Baytâr ismi ile bilinmektedir ve dört bölümden oluşmaktadır. İbn-i Baytar tarafından kaleme alınmış olan bu eserde doğal yollar ile elde edilen ilaçlar hakkında oldukça geniş bilgiler yer almaktadır. Bitkilerden, çeşitli madenlerden ve hayvanlardan elde edilmiş olan ilaçların nasıl hazırlandığına dair bilgiler sunar. Farmakolojik bir ansiklopedi örneği olarak karşımıza çıkan bu eser kendi içerisinde oldukça sistemli bir şekilde ilaçları alfabetik sıraya göre listelemiştir. 16.yy’a kadar yazılmış olan en geniş farmakoloji kitabı olarak bilinmektedir. Tanıtılan ilaçların isimleri, kullanılan bitkilerin isimleri sadece Arapça olarak değil, Farsça, Fransızca, Latince dilleriyle birlikte yazılmıştır. Eser daha sonra Osmanlıca diline çevrilmiştir ve eserin Osmanlıca çevirisi İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde yer almaktadır. Bu eseri botanik biliminde uzun yıllar boyunca bir otorite olarak kabul edilmiştir. Bilim adamları bitkiler kullanarak yapacakları çalışmalara başlamadan önce mutlaka bu eseri incelemekteydiler. Günümüze kadar gelebilen birçok tedavi yönteminde kullanılan ilaçların üretim aşamasında bu eserden yararlanıldığı bilinmektedir. 


Kitâb-ül-Muğnî fî Edviyet-il-Müfrede: Arapça kaleme alınmış olan eser, içerisindeki bilgilerin zenginliğinden dolayı Latince, Almanca ve Fransızca dillerine çevrilerek birçok Avrupalı tıp bilimcisi tarafından kullanılmıştır. Eser sadece farmakolojik bir eser olmamakla birlikte birçok hastalığın tanımını, nedenlerini ve tedavi yöntemlerini sade ve açık bir şekilde anlatmaktadır. İlaçların hastalıklar üzerindeki etkilerini ve tanımlamalarını içermektedir. El-İbânevel-İ’lâmbimâ fil-Minhâcmin-el-Halel vel-Evhâm, ŞerhuEdviyet-i İoskorides, Ef’âl-ül-Garîbevel-Havâs-ül-Acîbe. Mîzân-üt-Tabîb.

İbn-i Baytar yazmış olduğu eserler ile ne kadar bilgili olduğunu kanıtlamış ve dünya tıp bilimine büyük katkılar sağlamıştır. Avrupa’nın birçok üniversitesinde kitapları ders kitabı olarak okutulmuş, dönemin en ünlü tıp bilimcilerinden olan AndreaAlpago bile İbn-i Baytarın eserlerini incelemiş ve öğrendiği bilgiler ile yeni buluşları ortaya çıkarmıştır.



Kaynakça ve notlar

Huff, Toby (2003), The Rise of Early Modern Science: Islam, China, and the West, Cambridge University Press, ss. 218, ISBN 0521529948 ^ Diane Boulanger (2002), "The Islamic Contribution to Science, Mathematics and Technology", OISE Papers, in STSE Education, Vol. 3. ^ Russell McNeil, Ibn al-Baitar, Malaspina University-College
http://tr.wikipedia.org/wiki/Abdullah_bin_Ahmed_el-Baytar

http://www.tibbiyardim.com/ibni-i-baytar-kimdir.html

 

İBN-İ HEYSEM



İBN-İ HEYSEM



İbn-i Heysem (Arapça: ابن الهيثم, tam adı: ابو علی، حسن بن حسن بن هيثم Abū 'Alī al-Hasan ibn al-Hasan ibn al-Haytham, Latince: Alhacen ya da Alhazen), Müslüman Arap fizikçi, matematikçi ve filozoftur. 965'te Basra'da doğdu, 1038-1040 ...


yılları arasında Kahire'de öldü.

Öğrenimine Basra'da başladı. Zamanının yüksek din ve fen ilimlerini de burada öğrendi. Tahsilinin bir kısmını tamamladıktan sonra, Bağdat'a giderek özellkle; matematik, fizik, mühendislik, astronomi, metalurji gibi pozitif bilimleri öğrenip, şöhrete kavuştu. Öğrendiklerini uygulama safhasına koymak için çok gayret gösterdi. Birçok önemli neticeler ve başarılar elde etti.

İbn-i Heysem'in başarıları diğer memleketlerde duyulunca, Mısır'da hüküm süren Şii-Fatimi Devleti hükümdarlarından El-Hakim kendisini Mısır'a davet etti. İbn-i Heysem, Mısır'a gitmeden önce, Nil Nehri ile ilgili bir sulama projesi ve bazı teknik çalışmalarda bulunmuş, Nil nehrinden nasıl istifade edilebileceğini araştırmıştı. Projesini Fatimi sultanı El-Hakim'e açıklayınca, sultan projenin gerçekleştirilmesi için ona her türlü yardımı yapacağını bildirdi. İbn-i Heysem, Nil Nehri boyunca ilmi ve teknik incelemelerde bulundu. Yaptığı projelerin başarılı bir şekilde uygulanmasının o günkü şartlarda mümkün olmadığını görünce, hükümdardan af diledi. İbn-i Heysem, El-Hakim'in kendisi hakkında kanaatlerinin değişmesinden korkarak, gözden ırak bir yere çekilip hükümdardan uzak durmaya karar verdi. Gizlice ilmi çalışmalarını sürdürerek birçok eser yazdı. İlim tarihçilerine göre, İbn-i Heysem'in hayatının bu dönemi en verimli ve başarılı devri olmuştur. İbn-i Heysem, Birûni ve İbn-i Sina ile çağdaştı.

İbn-i Heysem, çağının bütün ilimlerinde otoriteydi. Fevkalade keskin bir görüş, anlayış, muhakeme ve zekaya sahipti. Aristo ve Batlemyüs'ün eserlerini inceleyerek hatalarını gösterdi. Bunları özetleyerek Arapçaya tercüme etti. Ayrıca tıp biliminde de derinleşti. Geometriyi mantığa uyguladı. Öklit ve Apollonius'un geometrik ve sayısal metodlarını geliştirdi ve pratik uygulama alanlarını işaret etti. Geometri ve matematiğin inşaatçılık alanında uygulanmasında katkıda bulundu. Eski medeniyetlerden intikal eden matematik, geometri ve astronomiyi tedkik ederek ilmi tenkitlerini ortaya koydu ve bu sahalarda kendi nazariyelerini geliştirerek ilim alemine sundu. Mesela; Aristo ve Batlemyüs'e ait olan dünyanın, kainatın merkezi olduğu şeklindeki görüşleri üzerindeki şüphe ve tereddütlerini ifade etti. Dünya merkezli bir kainat sisteminin kesin olmayacağını, uzayda daha başka sistemlerin de bulunabileceğini ve güneş sisteminin mevcut olduğunu söyledi. Nitekim İbn-i Heysem'den yüzlerce sene sonra önce, İbn-i Şatır ve Batruci sonra Newton ve Kepler, Güneş sistemi nazariyesini kabullenmişler ve yer kürenin bu sistem içinde bulunduğunu söylemişlerdir.

Çalışmaları


Fiziksel optik, meteorolojik optik, katoptrik, diyoptrik, yakıcı aynalar, gözün fizyolojisi ve algısal psikoloji alanlarında araştırmalar yapmış olan İbn-i Heysem'i, Latin skolastikleri "Alhazen" diye adlandırırlar. Kendisine ayrıca "Ptolemaeus Secundus" (İkinci Batlamyus; Arapçada "Batlamyus-i Sani") lakabı da verilmiştir. İbn-i Heysem'in fizikte olduğu kadar tıptaki ustalığını da gösterdiği kitabı Kitab el-Menazır (Optik Kitabı / Görüntüler Kitabı / Optik Hazinesi) adlı yapıtı, gözün anatomisi ve fizyolojisi ile başlar. Burada beyinden çıkan optik sinirden başlayarak gözün kendisine kadar konjonktif, iris, kornea ve mercek gibi kısımlardan her birinin görme olayındaki rolü ustaca resimlenmiştir. Gözün çeşitli kısımları arasındaki ilişki ve görme olayı sırasındaki bütün bir organ ve dioptrik (merceklerin ışığı kırmaları ile ilgili) bir sistem olarak gözün nasıl iş gördüğü gösterilmiştir. İbn-i Heysem burada gözün kısımlarını şöyle adlandırmıştır: "El-sebakiye" (retina), "el-kurniye" (kornea), "el-sa'il el-ma'i" (göz sıvısı), "el-sa'il el-zucaci" (ing. "vitreous humor"; gözün retinayla çevrili boşluğunu dolduran pelte koyuluğundaki saydam ve renksiz sıvı) vb.

İbn-i Heysem'in ünlü yapıtı, 12. yüzyılda Cremona'lı Gerard (Gherardo) (1114-1187) tarafından Opticae Thesaurus Alhazeni (İbn-i Heysem'in Optik Hazinesi) başlığı altında Latince'ye çevrilmiş ve Batı dünyasını 600 yıl boyu etkilenmiştir. Kitap, gözün yapısı, yanılsama (illüzyon), serap olayı, perspektif, ışığın kırılması ve fotoğraf makinesinin atası olan "karanlık oda"dan (sözcüğü sözcüğüne Ar. "beyt el-muzlim", Lat. "camera obscura": "karanlık oda") söz etmekte ve böyle bir delikli kamera ile ters görüntü elde edileceğini belirtmektedir. İbn-i Heysem burada "karanlık oda"nın, güneş tutulmalarının gözlemlenmesinde kullanılmasını önermektedir. İskenderiye'li astronom, matematikçi ve coğrafyacı Claudius Ptolemaios (Batlamyus) (108-168), Almagest (Büyük Derleme) (~150'ler) ve Optik adlı yapıtlarında görme ve yansıma kuramını işlemişti. Batlamyus'un Optik adlı eserinin, ancak Sicilya'lı Emir Eugene tarafından yapılmış Latince çevirisi günümüze kalmıştır. Görme konusunda İbn-i Heysem'e kadar geçerli olan kuram, Eukleides ve Batlamyus'un ortaya attıkları ve görme olayının, gözün görülecek nesneye yolladığı ışınlarla gerçekleştiğini öne süren kuramdı. İbn-i Heysem bu kuramı reddederek olayın bunun tam tersi olduğunu ve gözün, nesnenin yolladığı ışınları algılayarak o cismi gördüğünü ortaya attı.

Işık kaynağı olan nesnelerde ışık,Güneş gibi her noktadan karşısındaki nesnenin bütün yönlerine doğrusal olarak yayılır.İbn el-Heysem, düşüncesini şu şekilde açıkladı;Güneş ya da ateş ışığını bir delikten karanlık bir odaya göndererek,ışığın yayılan yönü boyunca ip germiş ve ışığın yayıldığını göstermiştir.Bu kanıtlamayı ilginç yapan durum 17.yüzyılda Kepler tarafından tekrarlanmış olmasıdır.

Göz ışın kuramı ve İbn el-Heysem

 Nesnelerden gelen ışık ve renk etkisiyle görme oluşur.İbn-i el-Heysem,ışığın öncelikle gözden çıktığını savunan Gözışın Kuramı'na karşı çıkmış,nesneden ışığın geldiğini vurgulamıştır.Akıl yürüterek şu yargıya varmıştır:"Gözışın Kuramı'na göre gözden ışık çıkmakta,nesneye ulaşabilmesi için saydam ortamdan geçerek,görmenin gerçekleşmesidir.Oysa bütün ihtimaller dikkate alındığında,gözden ışığın çıkıp çıkmaması değil,göz ışınları ile bakılan nesneye gidip ondan geri gelmezse,görme gerçekleşmez.Bunu da şöyle açıklamıştır;uzun süre parlak bir nesneye ya da ışığa uzun süre bakarsa göz,acı duymaktadır.Eğer uzun süre dışarıdan bir etki alarak acıması doğalsa,göz dış bir etkinin görsel süreçte alıcısı durumundadır.Sonuçta;ışık kaynağı göz olamaz,yani ışık gözden çıksa acı vermezdi.

İbn el-Heysem 'in Işık Kuramı

 İbn Heysem, aydınlatılmış bir alandaki her nokta ya da nesnenin her doğrultuda ışık ışınları yaydığını, ama bu ışınlardan yalnızca birinin göze dik olarak çarptığını ve ancak bunu görebildiğimizi söyler. Diğer ışınlar farklı açılarda yayılırlar ve görünmezler. Gölge, tutulma olayları ve gökkuşağı gibi çeşitli fiziksel görüngülere ilişkin kuramları geliştirmeye çalıştığı eserlerinde, ışığın büyük ama sonlu bir hıza sahip olduğunu ve ışığın kırılması olayının ışığın farklı maddeler (ortamlar) içindeki hızlarının farklı olmasından kaynaklandığını duyumsatan ifadelere yer vermiştir. Ayrıca küresel ve parabolik aynaları incelemiş, bir mercek yardımıyla kırılma olayının odaklama sonucu nasıl görüntü oluşturduğunu, görüntüyü nasıl büyütebildiğini anlamış ve küresel bir aynada niçin sapma meydana geldiğini matematiksel olarak kavramıştır. Işık hızının ilk nicel kestirimi 1676'da astronom Ole Christensen Romer (1644-1710) tarafından, Jüpiter'in uydusu Io'nun dönme süresinin bir teleskop yardımıyla ölçümü ile yapılarak 228 bin km/s olarak verilmiş; astronom James Bradley (1692-1762) ise ışık hızını 1728 yılında yıldız ışığının sapması üzerinden 283 bin km/s olarak belirlemiştir. 1848 yılında ışıkta "Doppler etkisi"ni keşfeden Armand Hippolyte Louis Fizeau (1819-1896), 1849'da dişli çark yöntemiyle ışık hızını 298 bin km/s olarak ölçmüştür. 1851 tarihli sarkaç deneyi ile ünlenen Jean-Bernard Leon Founcault (1819-1868) ise 1850 yılında döner ayna yöntemiyle labaratuarda ilk olarak ışık hızını 298 bin km/s olarak belirlemiştir.

İbn el-Heysem, gözden çıkan ışınlar konusunda şunları söyler:

Karanlıkta göremiyoruz. Işınlar gözden cisme doğru gitseydi karanlıkta da görmemiz gerekirdi.
Kuvvetli bir ışığa baktığımızda gözlerimiz kamaşır. Eğer ışınlar gözden çıksaydı kamaşmaması gerekirdi.
Karanlık bir odanın tavan ya da duvarında bir delik açarsak yalnızca o noktadan gelen ışığı görürüz. Oysa ışınlar gözümüzden çıksaydı her tarafı görmemiz gerekirdi.
Yıldızlara baktığımızda onları anında görürüz. Eğer ışınlar gözden çıkmış olsaydı yıldızları görmemiz için belirli bir süre geçmesi gerekirdi.

İbn el-Heysem’in ünlü yapıtına yorumlar Doğu’lu yazarlarca çokça yapılmış ama onun ardıllarının çoğu onun görme kuramını benimsememişlerdir. Ancak el-Biruni ve İbn Sina birbirlerinden bağımsız olarak İbn el-Heysem’in “görmeyi sağlayan şey, gözden çıkarak nesneye giden ışınlar değildir; tersine, algılanan nesnenin görünümü gözün içine doğru gider ve gözün saydam cismi (yani mercekler) tarafından biçimi değiştirilerek şekillenir” biçimindeki düşüncesine katılmışlardır.

İbn el-Heysem tüm zamanların en büyük fizikçilerinden biri olarak kabül edilir. Optik konusunda en yüksek düzeyde deneysel çalışmalar yapmıştır. O, “bir ortamdan geçen bir ışık ışınının en kolay ve çabuk olan yoldan gideceğini” bildirmiştir. Böylece, Pierre de Fermat’ın (1601-1665) “en küçük süre ilkesi”ne birkaç yüzyıl önceden katkıda bulunmuştur. Ayrıca, daha sonraları Isaac Newton’ın (1642-1726) “Birinci Hareket Yasası” olacak olan Eylemsizlik Yasası’ndan söz etmiştir: “Her cisim, hareketini değiştirecek kuvvetler uygulanmadığı sürece bulunduğu konumu korur ya da doğrusal bir yörüngede düzgün hareketini sürdürür”

Roger Bacon’ın (1214-1294) 1267 yılında tamamladığı Opus Majus (=Büyük Yapıt) adlı yapıtının V.bölümü, pratik olarak İbn el-Heysem’in ünlü yapıtının bir alıntısı niteliğindedir. İbn el-Heysem ışığın kırılma sürecini mekanik terimler cinsinden tanımlamıştır. Ona göre, “iki ortamın ayrılma yüzeyi boyunca geçen ışık parçacıklarının hareketi, kuvvetlerin bileşke yasasına uyar. Bu yaklaşım daha sonraları Newton tarafından yeniden keşfedilerek işlenmiştir.

İbn el-Heysem’in araştırmaları hem astronomik gözlemler hem de meteoroloji bakımından çok önemliydi. İbn el-Heysem atmosfer kalınlığı, göksel olayların gözlenmesinde atmosfer etkisi, alacakaranlığın başlangıç ve sonu (bu durumlar güneş ufkun 19 derece altındayken başlıyor ve bitiyordu), güneş ve ayın ufukta gökyüzünün ortasında göründüğünden daha büyük görünmesinin nedeni ve benzeri olayların optik sonuçları üzerine pek çok konuyu gün yüzüne çıkarmıştı.

İbn el-Heysem aynı zamanda hem filozof, hem matematikçi hem de deneyci idi. Deneyleri için kullandığı mercekler yardımıyla bir düzenek tasarladı. “Karanlık oda” üzerinde ilk kez matematiksel incelemelerde bulundu. Güneş tutulması sırasında güneş imgesinin yarımay şeklini bir pencere kepenginde oluşmuş küçük bir deliğin zıt yönündeki duvar üzerinde gözlemleyerek “karanlık oda”nın ilk denemesinde bulunmuştur. İbn el-Heysem, ışığı, atmosferin küresel sınırında yansımaya uğrayan bir tür ateş olarak nitelemiştir. “Alacakaranlık görüngüleri Üzerine Kitap” adlı yapıtının günümüzde yalnızca Latince çevirisi (Liber crepusculis) mevcuttur. Onun bu konudaki başka incelemeleri gökkuşağı, ışık halkalanması (hâle), küresel ve parabolik aynalar üzerinedir. Bunlar ve güneş tutulması ile gölge konularına ilişkin öteki kimi kitapları yüksek oranda matematiksel karakter taşımaktadır. Bu hesaplamalara dayanak olması için metalden aynalar yapmıştır. Işık ışınlarının hava ve su gibi farklı yoğunluktaki ortamlardan birinden diğerine geçerken kırılmaları konusunda açıklamalarda bulunmuş, bunlara dayanarak atmosfer tabakasının kalınlığını şaşılacak denli doğru hesaplayarak 15 km.olduğu sonucuna varmıştır. Yalnız içbükey aynalarda görüntüyü büyütme ve güneş ışınlarını bir noktada toplama etkilerini incelemekle kalmamış, pertavsızlarla ve merceklerle de bu tür incelemeler yapmıştır. İlk olarak okunacak yazıları büyütmede kullanılan bir yüzü düz, öteki yüzü dışbükey bir mercek “okuma taşı” betimlemiştir. Işık ışınlarının su ve hava gibi saydam ortamlar boyunca kırılmasını incelerken suya daldırılmış yuvarlak dipli cam kaplarla oluşturduğu küre kesmeleriyle yürüttüğü deneylerinin ayrıntısında, büyüteçlerin kuramsal keşfine hemen hemen yaklaşmıştır. Bu buluş pratik olarak İtalya’da üç yüzyıl sonra gerçekleşmiş, kırılmaya ilişkin yasanın 1620’de Willebrord va Roijen Snell (Snellius) (1580-1626) ve Rene Descartes (Renatus Cartesius) (1596-1650) tarafından bulunması için ise altı yüzyıldan daha uzun bir süre geçmesi gerekmiştir. Snell, açıların trigonometrik sinüs değerleri yer aldığı için “sinüs yasası” diye de bilinen kırılma yasasını 1621 yılı dolayında ifade etmiştir. 13.yüzyılda Roger Bacon ve Ortaçağ batı dünyasının optikle ilgilenen başta Erazm Ciolek Vitellio (Witelo) (1225-1290) gibi öteki yazar ve araştırmacıları kendi optik çalışmalarında büyük ölçüde İbn el-Heysem’in bu ünlü eserine (Latincesi Opticae Thesaurus…) dayanmışlardır. Bu yapıt Leonardo da Vinci (1452-1519) ve Johannes Kepler’i (1571-1630) de etkilemiştir.

İbn el-Heysem daha önceki yıllarında Mısır’da Nil taşkınlarını önlemek üzere görevlendirildiği sıradaki başarısızlığının ertesinde kendisini deli gibi göstererek kapandığı hapisanede ve ondan sonraki özgürlük yıllarında yürütmüş olduğu deneylerde geometrik optiğin bütün alanlarıyla uğraştı. Bunlardan başka, İbn el-Heysem, matematikte ancak 4.dereceden bir denklemle çözülebilecek ve “Alhazen problemi” diye kendi adıyla anılacak olan problemi de çözmüştür. Bu problem, küresel bir dışbükey ya da içbükey ayna, bir nesne ve nesnenin aynaya yansıyan görüntüsü verildiğinde, yansıma noktasının bulunmasıdır. İbn el-Heysem bunu bir hiperbol yardımıyla çözmüştür.

İbn el-Heysem’e göre ışının alacağı yol en kolay ve en hızlı olacaktır. Yani ışın eğer yoğun ortama giriyorsa daha büyük bir dirençle karşılaşacak ve hareketi zorlanacaktır. Bu nedenle ışın, daha rahat edebileceği bir yöne, normale (girdiği ortam yüzeyine olan dikmeye) doğru bükülecektir; tersi durumda ise normalden öteye doğru kırılacaktır.

Işın ve Görme Konisi

 Biz yakındaki bir nesneyi daha büyük ve uzaktaki nesneyi daha küçük görürüz.Uzaktaki nesnenin küçük görünmesinin nedeni,göze daha küçük bir açıyla gelmesindendir.İbn el-Heysem kırılma konusunda ortaya çıkan hareketleri Hızlar Dörtgeni'ne göre iki farklı ortamda,gelen ışın normal boyunca kırılmaya uğramadan geçecek, ayrılım yüzeyine ulaştığında ise çok yoğunda normale doğru,az yoğun bir ortamda ise öteye yönelecektir. Kırılma konusuna derinlik kazandıran İbn el-Heysem,ışığın saydam ortamlarda izleyeceği yolları belirtmiş fakat sinüs kanununa ulaşamamıştır.Bu Hızlar Dörtgeni yöntemiyle olanaksız olmamaktadır.Kırılma açıklaması bu kanunun elde ediliş sürecinde önemli bir adım teşkil etmektedir.Çünkü gelen ve kırılan ışınları,birbirinden ayrı iki dikey parça olarak gören düşünce biçimi Kepler ve Descartes'ın önemini çekmiş.Descartes'ın Dioptrics(1659)adlı kitabında kırılma açılarına ilşkin sonuçlar yayınlanıncaya kadar,bütünüyle neredeyse İbn el-Heysem'e aittir.[1]

Eserleri:

İbn-i Heysem'in yüzü aşkın eserlerinin en meşhur ve geniş muhtevalı olanı Kitab-ül-Menazir'dir. Eser, yedi bölümden meydana gelmiştir.
 

İkinci bölümde
 
Görülebilen şeyler, görülmeyi sağlayan sebepler, görülmenin nasıl olduğu, gözün bu şeyleri birbirinden nasıl ayırd edebildiği;

 Üçüncü bölümde

 Gözde veya görmede meydana gelen yanılmalar ve bunların sebepleri, gözün yanılmasıyla bilgide meydana gelen yanılmalar, düşünce ve araştırmalarda vaki olacak hatalar;

 Dördüncü bölümde

 Parlak cisimlerden ışığın yansıması yoluyla gözün bunları görmesi, gözde bunların görüntülerinin meydana gelmesi;

 Beşinci bölümde

 Görüntülerin, hayallerin yerleri;

 Altıncı bölümde

Işıkların eşyadan göze yansıması yoluyla görmede meydana gelebilecek yanlışlık ve hatalar, bunların sebepleri, düzlem aynalarda, küresel tümsek aynalarda, silindirik tümsek aynalarda, konik tümsek aynalarda, küresel çukur aynalarda, silindirik çukur aynalarda ve konik çukur aynalarda ışıkların yansıması ve bütün bunlardan dolayı görmede meydana gelebilecek yanılmaları ve değişik görüntüleri;

 Yedinci bölümde

Işınların çeşitli şeffaf cisimlerden geçişi, ışık demetlerinin doğrusal yayılışı, şeffaf cisimlerin içindeki katı cisimlere tesadüf eden ışık hüzmelerinin yani demetlerinin kırılıp yansımaları, kırılma olayının incelenmesi ve nasıl meydana geldiği, bundan meydana gelen hatalı görüntüler veya yanlış görme olayları anlatılmaktadır.

İbn-i Heysem'in bu meşhur eseri, Ortaçağda beş defa Latinceye çevrilmiş olup, bütün Avrupa üniversite ve ilim merkezlerinde tanınan tek müracaat eseri durumundaydı. Eser, 1572 senesinde Risner tarafından Opticae Thesaurus Alhazeni Arabis Libri ismiyle Latinceye çevrilerek İspanya'nın Bâle şehrinde bastırılmıştır. Kemaleddin Farisi isimli bir Müslüman bilim adamı bu eseri açıklayarak genişletmiş ve Tenkih-ül-Menazir adını vermiştir. Kitab-ül-Menazir, 1948 senesinde Kemaleddin Farisi'nin yaptığı şerhle beraber Hindistan'ın Haydarabad şehrinde basılmıştır.

İbn-i Heysem'in yazdığı diğer eserlerden bazıları şunlardır

Kitab-ül-Cami' fi Usûl-il-Hisab:
Matematiğin esasları ve metodolojisi ile ilgili bu eserinde, matematik, geometri, cebir, geometrik analiz gibi temel konuları izah etmiş örnek çözümler ortaya koymuştur.

El-Muhtasar fi İlm-il-Hendese: Euclid geometrisinin tedkik ve tenkidine dairdir.

Kitabun fihi Rüdûd alel-Felasifet-il-Yunaniyye ve Ulema-il-Kelam: Eski Yunan filozoflarına ve onlara uyan bazı kelam alimlerine reddiye olarak yazılmıştır.

Kitab-ül-Ezlal: Ay ve güneş tutulmaları hakkındadır.
Risaletün fi Keyfiyet-ül-Ezlal: Gölgenin meydana gelmesi incelenmiştir. Eser, 1907 senesinde Almancaya çevrilerek bastırılmıştır.

Kitabun fi İlm-il-Hendese vel-Hisab; Matematik-geometri ile ilgilidir.

Kitabun fil-Cebri vel-Mukabele
Makaletün fi İstihracı Semt-il-Kıble fi Cami-il-Meskûneti Bicedavilin: Bütün dünyanın o zamanki yerleşim merkezlerinde kıblenin nasıl bulunacağının hesaplanması ve bunların cetvelleri ile ilgilidir.

Risaletün fi Şerhi İtticah-il-Kıble:balotelli amauri Kıblenin bulunması hakkındadır.
Kitabun fi Hayat-il-alem: Kainatın düzeni ve sistemi hakkındadır. Eser, İspanyolca, Latince ve İbraniceye çevrilmiştir.

Kitabu Hey'et-il-alem,
Risaletün amil-il-Ayni vel-İbsar: Gözün yapısı ve görme olayının incelenmesi hakkındadır.

Şerh-ü Mecisti ve Telhisihi
Kitabün fi aletiz-Zıl
Kitab-ut-Tahlili vet-Terkib-il-Hendesiyyin

Bu eserlerinden başka, Mutezile fırkasına, mantıkçılara ve diğer fen ve ilim erbabına cevaben birçok reddiyeler ile kendisine sorulan fen sorularına verdiği cevapları bildiren risaleleri de vardır. İbn-i Heysem'in fizik, astronomi, güneş ve ay sistemleriyle ilgili o kadar çok eseri vardır ki, bunların bir kısmından bastırılarak hazırlanan kitaplar Hıristiyan ve Yahudi aleminde ders kitabı olarak okutulmuştur. Muhtelif ilim dallarında ortaya koyduğu terimler bugün hala kullanılmaktadır. Astronomideki modern başarıların kaynağı, İbn-i Heysem'in parlak görüş ve teorilerinden kaynaklanmaktadır. Apollo ile Ay'a inen ilk astronotlar, orada gördükleri muhteşem kraterlere önemli adlar verirken, bir tanesini de İbn-i Heysem olarak isimlendirdiler.

İbnü'l Heysem'e göre kırılma

Saydam bir ortamdan diğer saydam bir ortama geçen ışık demetinin bir kısmı bu ortamları ayıran yüzey üzerinden yansırken geriye kalan kısmı doğrultusunu değiştirerek diğer ortama geçer.Işığın saydam bir ortamdan diğer saydam ortama geçerken doğrultusunu değiştirmesine kırılma denir.Kırılma konusunun yöntemler dahilinde incelenmesine ilk olarak Ptolemaios gerçekleştirmiştir.

İbnü'l Heysem Kitap el-Menâzır da 7. son kitabını kırıma konusuna ayırmıştır.Heysem ışığın gelme ortamından daha yoğun bir ortamın yüzeyine çarptığında kırılma olacağını söylemiş.Yansımada olduğu gibi kırılmada da analizler yapmıştır.

Heysem'e göre, ışık saydam nesnelerde ya da ortamlarda çok hızlı hareket eder ve hızı yoğun olmayan ortamlarda yoğun olan ortamlara göre daha fazla olduğunu söylemiştir.Saydam olan nesnelerin yoğunlukları oranında ışığın hızına karşı koyduklarını söylemiştir.Yoğunluk fazlalaştıkça dirençte artar yalnız direnç ışığın hızını tamamen etkisiz hale getirecek kadar fazla değilse ozaman hızda yok olma değil yavaşlama olur, demiştir. İbnü'l Heysem burada ışığın hızının ortamın yoğunluğuna bağlı oduğunu belirtmiştir.Ayrıca kırılma olayını katı bir nesnenin bir dik düzlemde atıldığında karşısındaki durağan bir nesneyi herhangi bir yöndekinden daha kolay kırdığını gözlemlerine dayanarak yansımada ve kırılmada genel ilke etmiştir.Sayfa metni.[2] Sayfa metni.[3]

İbnü'l Heysem yansımada ve kırılmada ortaya çıkan hareketi,yani belirli bir açıyla bir ortamdan diğer ortama geçen ışının hareketine etki eden kuvvetleri birini dik ,diğerini ise kırılma yüzeyine parelel olacak şekilde ikiye bölmüştür.ikinciyi değiştirmeden bırakmış,birinciyi ise hılanıp ya da yavaşlayacağını bir sistem üzerinde tasarlamıştır.Sayfa metni.[4]

Heysem'e göre ışın iki ortamın ayrılım yüzeyine ulaştığında normal boyunca hız sabit kalıcak,eğer ışın ortam değiştirirse geçtiği ortam daha yoğun ise hızı azalıcak,az yoğun ise hızı artıcaktır. yani ışık her zaman kendine en kolay yolu seçer demiştir. Sayfa metni.[5]

İbnü'l Heysem çok kapsamlı kırılma deneyleri yapmıştır.bu deneyleride iki guruba ayırmıştır

iki ortam arasının düz olduğu durumlarda kırılma olayları.
iki ortam arasının eğri olduğu durumlarda kırılma olayları.Sayfa metni.[5]
Kırılma deneylerinde İbnü'l Heysem kırılma açılarını 10 derece büyüterek geliş açılarına uygun olarak elde etmiş.bu yapmış olduğu deneylerin sonuçlarını kendi eseri olan Kitab el-menazır'ın yedinci kitabının üçüncü bölümünde açıklamıştır.[6]


İbn-i Heysem’in görüntü ve ışık teorileri ihtiva eden optik çalışmaları, 17. yüzyıldaki ilerlemelere ışık tutnasu açısından, onun bilime en önemli katkılarındandır. İbn-i Heysem’in geometri ve sayı teorisine kattığı zenginlik, Arşimet’in tesiri altında devam edegelen yaklaşımların çok ötesine geçmiştir.

Kaynakça:

Rehber Ansiklopedisi
Fiziğin Kültürel Tarihi - Zeki Tez
Hüseyin Gazi Topdemir Bilim ve Teknik Mayıs 2010 Ankara Tübitak Yayınları Bütün Zamanların En büyük Optikçisi:İbn el-Heysem
[Fârâbi,İhsau'Ulüm,çev.Ahmet Ateş,MEP,İstanbul,1989.
[MODERN OPTĞİN KURUCUSU:İBNÜ'L-HEYSEM HAYATI,ESERLERİ VE TEORİLERİ,HÜSEYİN GAZİ TOPDEMİR,ATATÜRK KÜLTÜR MERKEİ BAŞKANLIĞI,SAYFA.62-69], ek metin.
[Ronchi,s.56,Sabra,1967,ss.96-97.]
[Winter,H.J.J.,1956,s.202]
[Kitab el-Menazır,7.Kitap,3.bölüm]

http://tr.wikipedia.org/wiki/İbn-i_Heysem

FATİH SULTAN MEHMET'İN KÜRESİ



FATİH SULTAN MEHMET'İN KÜRESİ


Alimlere olan sevgisinden dolayıdır ki, Ali Kuşçu'yu
Azerbaycan'dan İstanbul'a davet etti ve her konak için
gündelik bin akçe verdi Daha sonra da onu günde ikiyüz
akçe maaşla Ayasofya medresesine müderris (profesör) tayin etti.

Fatih, sadece Müslüman ilim adamlarına değil, Avrupalı
bilginlere de yer vermiş, birçoğunu memleketine davet
etmiştir.

Şehzadeliğinden beri eski çağların ilim ve felsefesiyle
uğraşmıştır. Plutarque'ın (Plutarchos) meşhur
adamların hayatı adlı eserini ve Batlamyus'un
coğrafyasını Türkçe'ye tercüme ettirdi.

Fatih Sultan Mehmed'in "Mücessem küre" denilen
bir dünya küresi vardı. Tarihi belgeler bu kürede
bütün kıt'aların detaylı ve doğru bir şekilde işlendiğini
göstermektedir.

Takiyüddin Raşid’in İlham Veren Pompası


Takiyüddin Raşid’in İlham Veren Pompası


6 Silindir,Takiyüddin Raşid’in İlham Veren Pompası.


Daha çok astronomluğunu ön plana çıkarttığımız 16. asrın tanınmış bilgini Takiyüddin Raşid aslında optik, mekanik ve matematik alanlarında da çok değerli çalışmalar yapmıştı. Mekanik alanında Arapça kaleme aldığı “Otomatlar (Aletler) Üzerine Yüce Yöntemler” [I] adlı eserinde çeşitli mekanik saatler, kaldıraçlar, göllerden, ırmaklardan ve kuyulardan suları yukarı çıkarmak için pompalar, fıskiyeler tasarlamıştır.

Kitabında pompalardan bahsettiği bölümde su gücüne işaret ettiği gibi, buhar gücünün de pekâlâ kullanılabileceğini belirtip, buharlı makinin keşfinden yaklaşık 100 yıl önce bu alanda yazılar yazmıştı.

Tasarladığı su pompalarının çalışma prensibi teknoloji tarihi açısından oldukça enteresandır. Su pompasında kurduğu düzenek şöyledir:

Pistonun bu hareketiyle bir vakum etkisi meydana getirerek nehirden su emiyor, emilen su tekyönlü bir vanadan (Klape vana) geçerek çekiliyor, eksantrik miller serbest kaldığında yerçekimi etkisiyle bağlı ağırlıklar pistonu aşağı indiriyor, böylece emilen su da serbest kalarak tek yönlü vanadan geçemediği için dağıtım borularına yöneliyordu.

Mekanizmada eksantriklerin açısal yerleşimi ve pistonla koordinasyonu çok iyi tasarlanmıştı.

Takiyüddin Raşid’in 6 silindirlik bu su pompası aynı zamanda kağıt üretimi ve metal işlemede kullanılan aletlere ilham kaynağı olmuştur. Çünkü bu mekanizmada aşağı yukarı hareket eden pistonların hızlı düşüşü, bir tokmak vuruşu hareketine benziyordu. Dolayısı ile metali dövmek yada kağıt hammaddesi üretiminde ana maddenin dövülmesi işleminde benzer mekanizmaların yapımına ilham kaynağı oldu.

Toplum hayatının çokta mekanize olmadığı o dönemde bu keşifler belki insanlık yaşantısını kökten değiştirmedi ama pek çok şehir için hayatı oldukça kolaylaştırdı.

Bibliyografya:


Türk Teknoloji Tarihi, Yayına Hazırlayanlar: Emre Dölen, Mustafa Kaçar, İstanbul 2003
Remzi Demir, Takiyüddin’de Matematik ve Astronomi, Atatürk Kültür Merkezi, Ank. 2000 Yavuz Unat, Türk Teknoloji Tarihinden iki Örnek; Cezerî ve Takîyüddîn, Türk Bilim ve Teknoloji Tarihi Kongresi, 15-17 Kasım 2001

* [I] Turuq al-samiyya fi al-alat al-ruhaniyya











ÜÇ KARDEŞLERİN İLME KATKILARI.



ÜÇ KARDEŞLERİN İLME KATKILARI


MUHAMMED,AHMED VE HASAN KARDEŞLER.



Milâdî dokuzuncu asırda, basınçlı hava ile çalışan mekanik sistemlerin hareket ve kontrolünü inceleyen çalışmalarıyla tanınan Muhammed, Ahmed ve Hasan kardeşler, Üç Kardeşler olarak tarihe geçmişlerdir. Üç Kardeşler, Abbasi Halifesi Me'mun ve onu izleyen halifeler zamanında ilim ve teknolojide aktif rol oynamışlardır. Babaları Horasanlı Musa Bin Şakir, önemli bir astronom ve matematikçidir. Çalışmalarıyla Halife Me'mun'un dikkatini çeken Musa Bin Şakir'in vefatından sonra, çocuklarının (Üç Kardeşler'in) yetiştirilmesi işini, Halife Me'mun üzerine alır. Üç Kardeşler eğitimlerine Beytü'l-Hikme'nin müdürü olan Yahya bin Ebu Mansur'un yanında devam ederler. Üç Kardeşler burada, El' Hıvarizmi ve Siddhanta'nın icmalini hazırlamış, Batlamyus'un Astronomi Cedvelleri'ni (ziyc) düzeltmiş ve Rönesans'a kadar temel kitap olarak kalan Hesap Sanatı ile El-Cebr adlı eserlerini yazmışlardır.


Üç Kardeşler, Arapçaya çeşitli dillerden eserler tercüme etmişler, yaptıkları keşiflerle de ilim âleminde haklı bir şöhrete kavuşmuşlardır. Onlar, kazançlarının önemli bir kısmını, müspet ilimlerin gelişmesi adına yaptıkları deney ve araştırmalara harcamışlardır. Öyle ki İstanbul'dan büyük meblağlar ödeyerek felsefe, astronomi, matematik ve tıbba ait ilmî kitaplar satın almışlardır. Öte yandan Muhammed, antik el yazmalarını araştırmak için, Yunanistan ve Küçük Asya'yı baştanbaşa gezmiş, Yunanca yazmaların tercümelerinin hazırlanmasına yardımcı olmuştur. Kendisinden önce kimsenin çözemediği problemleri çözecek derecede kuvvetli bir zekâ ve muhakemeye sahip Hasan, geometride emsalsiz bir kabiliyet idi. Hasan'ın öncülük ettiği ve kardeşleriyle birlikte yazdığı Kitab-u Ma'rifeti Mesahati'l Eşkali'l-Basita Ve'l-Küriyye ve Kitabü'l-Mahrutat adlı eserler matematik ve geometri tarihi bakımından son derece önemlidir. Bilhassa koni kesitleri ile alâkalı olan Kitabü'l- Mahrutat, Pergeli Apollonios'un konik kesitlere dâir kitabının bazı bölümlerinin tashihi olup, yeni delil, önerme ve teoremlerle donatılmış oldukça güçlü bir çalışmadır.


Üç Kardeşler, kaleme aldıkları bu eserde bir açının üç eşit parçaya bölünmesinde yeni bir çözüme ulaştıklarını da söylemişlerdir. Bu çözümde onlar matematik tarihinde sonraları daha da geliştirilmiş formdaki Paskal Salyangozu olarak bilinen eğriye dayanmışlardı. Onlar ayrılık gösteren müzakere ve yaklaşım usulleriyle ve farklı harflerin seçimiyle, Yunan örneklerinden olabildiğince uzaklaşmaya gayret göstermiş ve Arşimet tarafından geliştirilen metoda göre daire hesaplamasını başarıyla gerçekleştirmişlerdir. Ayrıca küp kökünü, kübik olmayan bir sayıdan çıkarma işini, seksadesimal (60'lı sayı sistemine dayanan) kesirlerde oldukça kesin hesaplayabilmişlerdir.


Diğer yandan üçgenin yüzeyine ilişkin bugün bile kullanılan Heron Teoremi'ni de (Üçgende alan ile ilgili formül olup U formülü olarak ta bilinir) uygulamışlardır. Astronomi sahasındaki çalışmaları Üç Kardeşler'in astronomi ilminde öne çıkanları, en büyükleri Muhammed'dir. O, diğer astronomlarla Bağdat'taki bir rasathanede dünyanın çevresini ölçme faaliyetlerine girişmiş ve meridyen dairesinin bir derecesini, günümüzdeki ölçümlere çok yakın bir şekilde hesaplamayı başarmıştır. Astronomi ve yıldızlar ilminde haklı bir şöhrete sahip İbn Yunus, kendi çalışmalarında kardeşlerin bu gözlem ve keşiflerini senet kabul etmekten çekinmemiş ve onların tecrübî eserlerini son derece takdir etmiştir. Burçlar kuşağının meyl ve sapma derecelerini tespit eden ve yine Ay'ın ilk defa en büyük enlem dairesinin farkını ve büyüklük miktarını gösteren de Üç Kardeşler'dir.


Onlar aynı zamanda Batlamyus'un cetvellerini (ziyc) "Denemeler" veya "Me'mun Cetvelleri" adı altında yenileyerek tekrar kayıt altına almışlar ve takvim hesabı için kaynak oluşturmuşlardır. Terazi- denge-ölçme ve otomasyon sahasındaki çalışmaları Otomasyona ilgisi sebebiyle Pnömatik Sistemler ile ilgili çalışmalara kendini adamış olan Ahmed'in gayretleriyle Kitabü'l-Hiyel adında muhteşem bir eser kaleme almışlardır. Bu eserde hava, boşluk ve denge prensiplerini ele alan 100 düzenekten bahsedilmektedir. Bunların 73'ü sihirli ibrik, 15'i suyun seviyesinin sabit tutulmasını sağlayan temel alan araç, 7'si fıskiye, 3'ü lâmba, 1'i kaldıraç ve 1'i de körükten oluşan otomatik kontrol düzenekleridir. Bu eserin yanında Kitab Fi'l Karastun adındaki çalışma, terazi, denge ve ölçme teorilerinden bahsetmekte ve teknik yönden bugün hâlâ kullanılmaktadır. Bu eserin yazma nüshaları, Topkapı Sarayı 3. Ahmed Kütüphanesi ile Vatikan ve Goethe müzesinde bulunmaktadır.


Buluşları


Gemi değirmeni: Ahşap ve çelikten inşa edilen bu gemi değirmenlerinin her biri, iki çift değirmentaşıyla (su çarkı) donatılarak, nehrin ortasında ve akıntılı bir ortamda çelik zincirlere bağlı olarak kurulmuştur.

Çeneli ekskavatör: Cisimleri sudan kaldırmaya yarayan bir âlettir. Günümüzde bu maksatla üretilen makinelere çok benzerdir.

Bu makine şöyle tarif edilir: İçi boş bir silindirin birbirinin aynı olan her iki yarısını imal ederiz. Düzenek dışarıdan takılmış zincirlerle suya sarkıtıldığında, kavrayan silindir açılır. Zemine geldiğinde silindir ortaya takılmış bir zincirle tekrar yukarıya doğru çekilir. Böylece silindir kapanır ve kavradığı nesneleri kıskaca alır.

Rüzgârda sönmeyen lâmba: Yarım silindir bir ayaklık içerisinde kolaylıkla döndürülebilir bir sisteme lâmba yerleştirilmiştir. Buna sabitlenen pirinç bayrak, hava hareketleri esnasında kapalı tarafla birlikte rüzgâra doğru dönmesini sağlar. Böylelikle ışık hava cereyanı tarafından söndürülemez. Bayrağın hafif hava cereyanında da dönebilmesi için yataklar, kolayca hareketlenecek şekilde yapılmıştır.

Sıcak ve soğuk suyu nöbetleşe veren otomat mekanik düzenekler: Bu âlet, su akışını iki farklı kaynaktan veya rezervuardan sağlayan ve iki nakil hattının her birinden belirli fasılalarda dönüşümlü olarak sıcak veya soğuk su akıtmaya yarayan bir düzenektir. Bugün bürolarda kullandığımız sıcak-soğuk su makinelerine benzer.

Görüldüğü üzere Üç Kardeşler çalışmaları ile insanlığa faydalı icatlar ortaya koymuşlar ve yaşadıkları asra damgalarını vurmuşlardır. Acaba bizler de devrimizin imkânlarını kullanarak, ilim sahasında çağa kendi ruhumuzun heykelini dikebilecek bir vizyon ve misyona sahip miyiz?





Kaynaklar


- Fuat Sezgin, İslâm'da Bilim ve Teknik, Cilt, I, III, V, Türkiye Bilimler Akademisi ve T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Ortak Yayını, Ankara 2007. - M. Fethullah Gülen, Sükûtun Çığlıkları, s. 66, Nil Yay., 2008. - Kazım Çeçen- Atilla Bir, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 5, s. 450-451, İst. 1992. - Abdurrahman Fehmi Efendi, İslâm Medeniyet Tarihi, s. 290, Tercüme: Hüseyin Elmalı-Cüneyt Eren, Yeni Akademi Yayınları, İzmir 2005, - Sinan Hünkâr, "Musa'nın Oğulları", Sızıntı, S. 38, Mart 1982.


Yusuf KARAOSMANOĞLU