13 Haziran 2020 Cumartesi

İSTANBUL'DA İLK DEFA HİDROJEN BALONU UÇURULDU



İSTANBUL'DA İLK DEFA HİDROJEN BALONU UÇURULDU

Taksim Topçu Kışlası(Taksim gezi parkı) üzerinde İstanbul'da ilk defa hidrojen balonu uçuruldu. Balona binenler İstanbul'u havadan görme şansı elde etti. / 10 Mayıs 1909


22 Nisan 2020 Çarşamba

NASİRÜDDİN TUSİ


NASİRÜDDİN TUSİ
نصير الدين الطوسي
Ebû Ca‘fer Nasîrüddîn Muhammed b. Muhammed b. el-Hasen et-Tûsî (ö. 672/1274)

İranlı(Fars) âlim ve filozof.

Nasîrüddin Tûsî, müslüman bilim insanı ve İslam filozofu. Söz konusu dönem, Moğol istilası sebebiyle Bağdat'ta, bir yandan karanlık bir dönem, bir yandan da önemli düşünce okullarının kurulduğu ve İslam bilim kurumlarının açıldığı bir dönem oldu.

Doğum tarihi: 24 Şubat 1201, Tus, İran

Ölüm tarihi ve yeri: 26 Haziran 1274, Al Yassin Cami, Bağdat, Irak

Dalı: Fizik, Astronomi ve Matematik

Doğum: 17 Şubat 1201; Tus, İran

Etkilendiği kişi: İbn-i Sina, Aristoteles, Ömer Hayyam,

Cemâziyelevvel 597’de (17 Şubat 1201) Tûs’ta doğdu. Kum veya Hemedan yakınlarındaki Cehrûd Sâve’den olan ailesi daha sonra Tûs’a yerleşmiştir. Kaynakların çoğunda Ebû Ca‘fer künyesiyle geçiyorsa da Ca‘fer adında bir oğlu olduğu bilinmemektedir. Bu durum, onun İmâmiyye’nin önemli âlimlerinden Ebû Ca‘fer et-Tûsî ile (ö. 460/1067) karıştırılmasından veya Rahim Sultanov’un belirttiği gibi (bk. bibl.) saygı amacıyla ona benzetilmesinden kaynaklanmış olabilir. Bazı müellifler Tûsî’yi Ebû Abdullah künyesiyle anmıştır (meselâ bk. Yûnînî, III, 79; Zehebî, s. 114; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, XVII, 514). En çok kullanılan lakabı Hâce Nasîrüddin’dir. İlk eğitimini babasından alan Tûsî on beş yaşlarında iken dönemin ilim merkezlerine yolculuk yaptı. Nîşâbur’da Muînüddin Sâlim b. Bedrân el-Mâzinî el-Mısrî’den fıkıh, Ferîdüddin Dâmâd diye bilinen Ebû Muhammed Hasan b. Muhammed Ferîmûdî’den felsefe dersleri aldı. Kendisinin felsefeye meyletmesinde bu sonuncu âlimin büyük etkisi vardır. Tûsî ondan İbn Sînâ’nın eserlerini ve özellikle el-İşârât ve’t-tenbîhât’ı okudu. Aklî ilimlerdeki hocalar silsilesi Ferîdüddin Dâmâd, Ebû Ali Sadreddin Muhammed b. Hârisân es-Serahsî, Efdalüddin Gîlânî, Ebü’l-Abbas Fazl b. Muhammed Lûkerî, Behmenyâr b. Merzübân el-Âzerbaycânî, İbn Sînâ; naklî ilimlerdeki hocalar silsilesi de babası Muhammed b. Hasan, Fazlullah b. Ali b. Abdullah el-Hasenî er-Râvendî, Ebû Ca‘fer et-Tûsî, Şerîf el-Murtazâ şeklinde sıralanır (İşkeverî, II, 415; Hânsârî, VI, 414). Tûsî’nin İmâmiyye mezhebine mensup âlimlerden oluşan naklî ilimlerdeki hocalar silsilesinde bir kopukluk bulunmaktadır. Zira kronolojiye göre Râvendî’nin Ebû Ca‘fer et-Tûsî ve Şerîf el-Murtazâ’dan değil bu iki âlimin öğrencilerinden ders almış olması gerekir. Tûsî’nin yukarıda adı geçenler yanında başka hocaları da vardır (Tünükâbünî, s. 381; Razavî, s. 167-169).

Genç yaşlarından itibaren ilme olan iştiyakı Tûsî’yi kısa zamanda üne kavuşturdu ve ünü, Kuhistan bölgesinin İsmâilî hâkimi Nâsırüddin Abdürrahîm b. Ebû Mansûr Muhteşem’e kadar ulaştı. Nâsırüddin, Tûsî’yi kendi bölgesine davet etti; Moğol istilâsı yüzünden huzuru kaçan Tûsî bu teklifi kabul etti. İlk dönemlerde valinin kendisine destek olmasıyla Kuhistan’da ilmî faaliyetlerini yürütmek için uygun bir ortam buldu; özellikle felsefî ve tecrübî ilimler alanında değerli eserlerinin çoğunu burada yazdı. Bunlar arasında Şerḥu’l-İşârât, Aḫlâḳ-ı Nâṣırî ve Taḥrîrü’l-Mecisṭî bulunmaktadır (Razavî, s. 345-351). Ancak çok geçmeden İsmâilîler’le arası açıldı. Kaynaklara göre bu durum onun Abbâsî Halifesi Müsta‘sım-Billâh’a yazdığı bir mektuptan kaynaklanmıştır. Tûsî’nin halifeyle mektuplaştığını öğrenen Kuhistan hâkimi onu hapse attırdı; bir müddet sonra İsmâilîler’in merkezi olan Alamut Kalesi’ne gönderildi. Moğollar Alamut’u kuşattıklarında Tûsî, Alamut hâkimi Rükneddin Hürşah’a Hülâgû’ya karşı koymanın bir işe yaramayacağını anlattı ve gizlice orayı terkedip kaleyi ona teslim etmesini tavsiye etti. Kalenin tesliminde Tûsî’nin bu rolünü öğrenen Hülâgû onu yanına alarak iltifatta bulundu. Hatta bazı kaynakların belirttiği üzere Tûsî’yi vezir yaptı ve birçok kurumun yönetimini kendisine verdi (Tünükâbünî, s. 368-369, 378-380; İşkeverî, II, 416). Ardından Tûsî, Hülâgû’nun Bağdat seferine de katıldı. Bazı kaynaklar son Abbâsî halifesi Müsta‘sım-Billâh’ın Tûsî’nin tavsiyesiyle öldürüldüğünü kaydeder. Bilhassa Takıyyüddin İbn Teymiyye (Minhâcü’s-sünne, III, 445-446) ve İbn Kayyim el-Cevziyye (İġās̱etü’l-lehfân, II, 679) bu konuda Tûsî’ye ağır eleştiriler yöneltmiştir. Ancak Bağdat’ın işgali ve halifenin öldürülmesi konusunda geniş bilgi veren kaynakların hiçbirinde bu husus yer almaz. Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr de bu rivayeti şüpheyle karşılamaktadır (el-Bidâye ve’n-nihâye, XVII, 514). Tûsî’nin Hülâgû nezdindeki saygınlığı, özellikle müsbet ilimlerdeki faaliyetlerini yürütmek için maddî destek bulmasına vesile oldu. Hülâgû’yu ikna ederek Azerbaycan’ın Merâga şehrinde kendi dönemine kadar İslâm coğrafyasında yapılan en büyük rasathânenin (Ballay, XXXVII/3 [1990], s. 389-390) kurulması için ondan kaynak sağladı. Rasathânenin yapımı 657 (1259) yılında tamamlandı.

Merâga’daki faaliyetlerini sürdüren Tûsî Bağdat’a yaptığı bir seferde vefat etti (18 Zilhicce 672 / 25 Haziran 1274); aynı şehirde İmam Mûsâ el-Kâzım’ın türbesinin yanına daha önce Abbâsî Halifesi Nâsır-Lidînillâh için yapılan, ancak bazı sebeplerle halifenin gömülemediği mezara defnedildi (Safedî, I, 183; İbn Usfûr el-Bahrânî, s. 246-247). Öğrencisi İbnü’l-Fuvatî, Tûsî’nin intihar ettiğini söylerse de (el-Ḥavâdis̱ü’l-câmiʿa, s. 245) bu bilgiyi diğer kaynaklar doğrulamamaktadır. Nitekim aynı müellif eserinin başka bir yerinde (s. 269) onun normal şekilde öldüğünü belirtmektedir. İbnü’l-İbrî de, “Bazıları onun zehirlenerek öldüğünü yaydılar” ifadesine yer vermiştir (Târîḫu’z-zamân, s. 330). Sünnî ve Şiî kaynaklarında Tûsî’nin güzel ahlâklı, mütevazi ve insanlara karşı saygılı olduğu kaydedilir (İbnü’l-Fuvatî, s. 269; Safedî, I, 112; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, XVII, 514). Ancak İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye gibi Selefîler onun şer‘î kaidelere uymadığını, namaz ve oruç gibi ibadetleri yerine getirmediğini, şarap içtiğini, âhirete inanmadığını, âlemin kadîm oluşunu iddia ettiğini ileri sürmüştür. Hatta İbn Kayyim, Tûsî’nin Kur’an’ı “avamın Kur’an’ı”, İbn Sînâ’nın el-İşârât’ını “havassın Kur’an’ı” diye nitelendirdiğini söylemiştir. Aynı âlimler Tûsî’nin rasathâne faaliyetlerini sihirle uğraşma olarak değerlendirmiştir (Minhâcü’s-sünne, III, 446-449; İġâs̱etü’l-lehfân, II, 679). Fakat bütün bu iddialar gerçeği yansıtmamaktadır; zira Tûsî’nin kitapları, özellikle kelâma dair eserleri incelendiğinde onun şeriatın dışına çıkmamaya gayret ettiği görülür. Yetiştirdiği öğrenciler arasında Ali b. Ömer el-Kâtibî, Kutbüddîn-i Şîrâzî, İbn Meysem el-Bahrânî, İbnü’l-Mutahhar el-Hillî, Hasan b. Şerefşah, İbnü’l-Havvâm, İbnü’l-Fuvatî gibi âlimler bulunmaktadır.

Düşünce Sistemi. Nasîrüddîn-i Tûsî’nin düşünce hayatını birkaç evreye ayırmak mümkündür. Eğitim çağı olan ilk evre, onun babasından ve diğer Şiî-İmâmî âlimlerle Ferîdüddin Dâmâd gibi İbn Sînâ okuluna mensup düşünürlerden ders aldığı dönemdir. İkinci evresi, Kuhistan’ın İsmâilî hâkimi Nâsırüddin b. Muhteşem’in daveti üzerine oraya gitmesiyle başlar. 654 (1256) yılında Kuhistan’ın Moğollar tarafından işgaliyle birlikte Tûsî’nin düşünce hayatının üçüncü dönemi başlar. İsmâilîlik’ten vazgeçtiğini açıkça ilân ettiği bu evre, onun müsbet ilimler ve Meşşâî felsefesiyle ilgili çalışmaları yanında felsefî kelâm alanında da eserler yazdığı dönemdir. Tûsî, Fahreddin er-Râzî ile sistematik bir kimliğe bürünen felsefî kelâm geleneğinin temsilcilerinden biri ve İmâmiyye içerisinde felsefî kelâmın kurucusudur. Bu alandaki en önemli eseri olan Tecrîdü’l-iʿtiḳād müteahhirîn dönemi kelâmının başlıca kaynakları arasında sayılır. Meşşâî felsefesiyle kelâmın birlikte işlenmesi yönündeki girişimler Gazzâlî ile başlayıp Râzî ile gelişmişse de onların bu faaliyetleri kendi içinde felsefeye karşı bir tepki barındırıyordu. Tûsî’de söz konusu geleneğe karşı tepkisel bir tavır görülmediği gibi özellikle Tecrîd’de felsefe ve kelâm konuları aynı alanın meseleleri şeklinde ele alınmıştır. Bundan dolayı başta Taşköprizâde olmak üzere birçok müellif kelâmla Meşşâî felsefesini tam anlamıyla ilk mezcedenin Tûsî olduğunu söylemiştir (Miftâḥu’s-saʿâde, I, 28). Bu sebeple Tûsî, Meşşâî felsefesi geleneğinin önemli temsilcileri arasında zikredilmiş, Gazzâlî tarafından tutarlı biçimde eleştirilen bu geleneği ihya edenlerden biri sayılmıştır. İbn Sînâ felsefesini onun sistemine uygun şekilde yorumlamaya özen göstermiş, bu felsefeyi Ebü’l-Feth eş-Şehristânî ve Fahreddin er-Râzî gibi Eş‘arî geleneğine mensup düşünürlerin eleştirilerine karşı savunmuştur. Şerḥu’l-İşârât ve Muṣâriʿu’l-Muṣâriʿ gibi eserleri bu yöndeki gayretlerini aksettiren temel çalışmalarıdır. Bilhassa Fahreddin er-Râzî’nin el-İşârât ve’t-tenbîhât’a yazdığı şerhteki eleştirilere cevap mahiyetinde aynı eser üzerine yeni bir şerh yazan Tûsî burada tam bir İbn Sînâcı olarak davranmaktadır. Bununla birlikte sadece Şerḥu’l-İşârât’a bakarak Tûsî’nin İbn Sînâcı çizgiyi sadakatle izlediğini söylemek yanlış olur. Şerḥu’l-İşârât, onun kendi düşünce sistemini ortaya koymak yerine İbn Sînâ’nın görüşlerini açıkladığı bir eserdir. Nitekim kitabın başında bunu kendisi de vurgulamakta ve şerh boyunca buna titizlikle uymaktadır. Hatta tamamen karşı görüşü savunduğu bir konuda bile bu şartı hatırlatarak (III, 331) eleştiriden kaçınmaktadır. Tûsî aynı zamanda önde gelen İslâm mantıkçıları arasında yer alır. Başta Esâsü’l-iḳtibâs ve Tecrîdü’l-manṭıḳ olmak üzere bu alanda önemli çalışmaları vardır. Müteahhirîn döneminin önde gelen düşünürlerinden Teftâzânî, Seyyid Şerîf el-Cürcânî, Mîr Dâmâd, Molla Sadrâ ve Molla Fenârî gibi âlimlerin eserlerinde Tûsî’nin görüşlerine yer vermeleri ve kendisini muhakkik sıfatıyla anmaları onun bir otorite kabul edildiğini göstermektedir.

Varlık Anlayışı. Tûsî’nin varlık anlayışı Meşşâî ve kelâmî geleneklerin izlerini taşımaktadır. Varlığı tanımlanamaz kabul ederek (Tecrîdü’l-iʿtiḳād, s. 105) hem İbn Sînâ-Behmenyâr okuluyla hem de kelâmcıların büyük bölümüyle aynı görüşü benimsemekte, varlık-mahiyet ilişkisinde Meşşâî felsefesinden yana tavır almaktadır. Bu konuda sadık bir İbn Sînâcı gibi davranıp mümkinler alanında varlıkla mahiyetin ayrı, zorunlu varlıkta ise aynı olduğunu söyler (Muṣâriʿu’l-Muṣâriʿ, s. 83). Mütekaddimîn dönemi kelâmcılarından farklı şekilde zihnî varlık kategorisini kabul etmesi de onun İbn Sînâcı yönlerinden biridir. Tûsî’nin, varlıkla yokluk arasında vasıta kabul etmeyerek Mu‘tezile kelâmcısı Ebû Hâşim el-Cübbâî’nin benimsediği ahvâl teorisine karşı çıkması kelâmcıların çoğunluğu ve Meşşâî düşünürlerin görüşleriyle, vücûb ve imkân gibi kavramların sübûtî nitelikler olmadığını savunması ise İşrâkīliğin kurucusu Sühreverdî’nin fikirleriyle örtüşmektedir (Tecrîdü’l-iʿtiḳād, s. 107, 112; krş. Sühreverdî el-Maktûl, I, 25-26). Tûsî, kelâmcıların bölünmeyen cüz (atom) anlayışını reddedip basit cismin herhangi bir cüze sahip olmadığını savunan Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî ile birleşmektedir (Şerḥu’l-İşârât, II, 20-25; krş. el-Muʿteber fi’l-ḥikme, II, 27). İbn Sînâ düşüncesinde önemli bir yer tutan kozmik akıllar teorisine karşı felsefe ve kelâma dair eserlerinde farklı tavırlar sergileyen Tûsî, Tecrîdü’l-iʿtiḳād’da bu teoriye karşı mütereddit davranırken el-Fuṣûl’de bunu açıkça eleştirmektedir. Onun el-Fuṣûl’deki istidlâline göre sudûrun kabul edilmesi, âlemdeki varlıklardan her birinin müteselsilen diğerinin vasıtalı veya vasıtasız illeti olmasını gerektirir; bu da illet ve ma‘lûl olmaları bakımından bütün varlıkların dolaylı veya dolaysız birbirlerinden müstağni kalamayacağı anlamına gelir. Halbuki duyulur âlemde böyle bir şey söz konusu değildir. Ayrıca sudûr teorisinin varlık-yokluk, teklik-çokluk gibi yönlerden de tutarsızlıklar taşıdığını savunur ve bu teorinin doğru olmadığı neticesine ulaşır (el-Fuṣûl, s. 65). el-Fuṣûl’deki bu tutumuna rağmen Tecrîd’de sudûr konusunda mütereddit davranması, hatta bazan teoriyi savunması (meselâ bk. Risâle fî is̱bâti’l-ʿaḳli’l-mufârıḳ, s. 479-481) Tûsî’nin bu hususta tam bir kanaate varmadığını göstermektedir. Bu tereddüdü Sadreddin Konevî ile yazışmalarında konunun zorluğunu vurgulamasında (Ecvibetü mesâʾili Ṣadriddîn el-Ḳonevî, s. 230-232), ayrıca Râzî’nin öğrencilerinden Şemseddin Hüsrevşâhî’ye gönderdiği mektupta da görülmektedir. Burada tek bir illetten çokluğun çıkması sorununu çözemediğini belirterek Hüsrevşâhî’den bu konudaki görüşlerini kendisiyle paylaşmasını rica etmektedir (Mesâʾilü Naṣîriddîn eṭ-Ṭûsî, s. 268).

Ulûhiyyet. Tûsî’nin ulûhiyyet anlayışı genel hatlarıyla mensubu olduğu İmâmiyye’nin görüşleriyle uyumludur. Başta isbât-ı vâcib olmak üzere bazı konularda İbn Sînâ geleneğinden etkilendiği söylenebilir. İsbât-ı vâcibde İbn Sînâ ekolünü izleyerek imkân delilini merkeze alan Tûsî, müstakil risâlelerinde ve öğrencisi Necmeddin Ali b. Ömer el-Kâtibî ile yazışmalarında söz konusu delil üzerinde ayrıntılı biçimde durmaktadır. Allah’ın sıfatları konusunda ise İmâmî-Mu‘tezile çizgisini benimseyip sıfatların zâtın aynı olduğunu kabul eder (Tecrîdü’l-iʿtiḳād, s. 194). Meşşâî felsefesiyle kelâm arasında tartışmalı alanlardan birini teşkil eden Tanrı telakkisi meselesinde de çeşitli kanıtlar ileri sürerek filozoflardaki “mûcib bizzât Allah” anlayışı yerine kelâmdaki “kādir-i muhtâr Allah” anlayışını kabul eder (a.g.e., s. 191; İbnü’l-Mutahhar el-Hillî, s. 393-394). Ancak Tûsî, Allah’ın kādir-i muhtâr olduğu hususunda kelâmcıların delillerini esas alırken Fahreddin er-Râzî’den farklı şekilde (Kelâm’a Giriş, s. 164) İbn Sînâ ve diğer Meşşâî filozoflarında Allah’ın kādir olmadığı yolunda bir iddiaya rastlanmadığını ifade eder. Tûsî’ye göre kādir kendisinden hem fiil sâdır olabilen hem de olmayabilen varlıktır. Kudret sıfatına irade sıfatı eklenince kādir var etme veya etmeme şeklinde iki taraftan birini seçer. Filozoflar Allah’ın bu anlamda kādir olduğunu kabul ederler. Ayrıca Tûsî kelâmcılardan farklı biçimde yorumlasalar da filozofların Allah’ın muhtar olduğu anlayışını kabul ettiklerini söyler (Ḳavâʿidü’l-ʿaḳāʾid, s. 445). Bu konuda kelâmcılarla filozoflar arasındaki temel fark, iki sıfatın bir arada bulunması halinde fiilin sâdır olmasının mümkün mü zorunlu mu oluşundadır. Filozoflar, mûcip Tanrı anlayışını benimsediklerinden fiilin Allah’tan sâdır olmasını zorunlu görürken kelâmcılar bunu zorunlu değil mümkün görmüşlerdir (a.g.e., a.y.). Ayrıca filozoflar âlemin kadîm olduğu görüşünü benimsemiştir. Kelâmcılar ise bu sıfatların bir arada bulunuşundan sonra fiilin ortaya çıktığını savunup âlemin sonradan ve yoktan yaratıldığını söylemiştir (Telḫîṣü’l-Muḥaṣṣal, s. 269-270). Tûsî, ilim sıfatı konusunda da Meşşâî geleneğiyle kelâm geleneği arasında uzlaşmacı bir yol izlemiştir. Bunu özellikle Allah’ın cüz’îlere dair bilgisi hususunda ortaya koyduğu görülür. Allah’ın ilminin her şeyi kuşattığını belirten Tûsî, Meşşâîler’in de bu konuda farklı düşünmediklerini kaydetmektedir. el-Fuṣûl’de (s. 74-75) kendisi filozofları eleştirmesine rağmen diğer eserlerinde onların Allah’ın cüz’îleri bilmediği yolunda bir iddiaları bulunmadığını, insan bilgisiyle Allah’ın bilgisi arasındaki farka dikkat çekmek istemelerinden kaynaklanan yanlış anlaşılmanın söz konusu olduğunu belirtmektedir. Tûsî’ye göre Allah’ın cüz’î olan şeyleri küllî şekilde bildiğinin ileri sürülmesi tenzih gereğidir (Ecvibetü mesâʾili Faḫriddîn, s. 44-46; Ecvibetü mesâʾili Ṣadriddîn el-Ḳonevî, s. 232-233). Tûsî, “Allah’tan başka kadîm yoktur” diyerek (Tecrîdü’l-iʿtiḳād, s. 120) âlemin kıdemi konusunda kelâmcıların görüşüne meyletmekle birlikte, “Gerçek kıdem ve hudûsta zaman dikkate alınmaz” sözüyle (a.g.e., s. 115) kelâmla İbn Sînâ felsefesinin arasını bulmaya çalışmaktadır. Zira İbn Sînâ da âlemin zaman yönünden değil kendi zâtı bakımından hâdis olduğunu kabul eder. Tûsî’nin -irade hürriyeti ve mükellefiyet konuları hariç- Allah’ın fiillerinin âdil olduğu hususunda Mu‘tezile-Şîa çizgisinde durduğu söylenebilir (el-Fuṣûl, s. 101-106). Nübüvvetle ilgili genel İslâmî görüşten farklı bir görüş ortaya koymazken imâmet konusunda İmâmiyye-İsnâaşeriyye mezhebinin telakkilerini savunur (a.g.e., s. 211-295).

Tecrübî İlimlerdeki Yeri. Tûsî, İslâm dünyasında müsbet ilimlerin gelişmesinde büyük katkıları bulunan âlimlerden biridir. Onun öncülüğünde Merâga Rasathânesi’nde yapılan çalışmalarda müsbet ilimler alanında önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Tûsî, o dönemde İslâm coğrafyasındaki seçkin ilim adamlarını ve müsbet ilimlerde uzmanlığı bulunanları rasathâneye davet edip onlara gerekli desteği sağlamış, Bağdat’ın Moğollar’ca yağmalanması sırasında kendisinin kurtardığı eserlerle İslâm dünyasının çeşitli yerlerinden getirttiği kitapları rasathânede toplayarak büyük bir kütüphane kurmuştur. Rasathâne, astronominin yanında aklî ve naklî ilimlerde çalışmalarını yürüten âlimlerin de bulunduğu bir kurumdu. Kutbüddîn-i Şîrâzî ve Necmeddin Ali b. Ömer el-Kâtibî gibi felsefe, kelâm ve mantık; Müeyyidüddin el-Urdî ed-Dımaşkī gibi geometri ve astronomi; Fahreddîn-i Merâgī ve İbn Ebü’ş-Şükr el-Kurtubî gibi matematik; Fahreddîn-i Ahlâtî gibi tıp alanında uzman kişiler bu rasathânede faaliyetlerini rahatça yürütebiliyorlardı. Rasathânede Çin’den gelen Fau Mun Ji adlı bir astronom da çalışıyordu (İşkeverî, II, 418; Memmedbeyli, s. 59; Ballay, XXXVII/3 [1990], s. 390). Tûsî, bu âlimlerin yardımıyla astronomi kataloglarını içeren ve astronomi alanında en önemli eseri olan Zîc-i İlḫânî’yi yazmaya başlamış, ancak ölümü yüzünden eser yarım kalmıştır. Onun dönemine kadar yazılan kataloglar içinde en gelişmişi olan bu çalışma başta Çin olmak üzere bütün Asya’da bilinirdi (Bakhtyar Husain Siddiqi, I, 565). Zîc-i İlḫânî kataloglarında farklı takvimler üzerinde durulmuş, çeşitli yıldızların ve 256 şehrin koordinatları verilmiştir. Merâga Rasathânesi’nde kullanılan astronomi aletlerinin birçoğu bizzat Tûsî tarafından icat edilmiştir. Bunların en önemlisi, bugün kullanılan teodolit aletinin daha basit bir örneği olup semt ve irtifa tayininde kullanılan “torquetum” adlı araçtır (Dilgan, s. 9). Zîc-i İlḫânî’de Batlamyus’un yer merkezli sisteminin yanlışları gösterilmiş, yine yer merkezli başka bir sistemin tasarımı verilmiş, bu sistem Copernicus sistemine giden yolu açmıştır. Tûsî’nin geometri alanında da önemli çalışmaları vardır. Öklid’in Elementler’ine yazdığı Taḥrîru Öḳlîdis (Taḥrîrü’l-uṣûl) adlı eser asırlarca kendi alanında en önemli çalışmalardan biri olarak ün yapmıştır. Hatta Sir Lanuckneri’nin XVIII. yüzyılda uzay hendesesini Nasîrüddîn-i Tûsî’nin düzlem hendesesi prensiplerinden beşinci prensip üzerine kurduğunu söyleyen bilim adamları vardır (M. Rızâ el-Hakîmî, s. 48). Tûsî, Öklid’in beşinci postulatı olan “koşutlar postulatı”nı yeterince doyurucu bulmamış ve onu “Tûsî postulatı” diye tanınan başka bir şekilde ortaya koymuş, bu postulatı kanıtlamada başarılı olamamışsa da postulatının ne olduğunun açıklığa kavuşmasına ve Öklid dışı geometrilerin ortaya çıkmasına öncülük etmiştir (Al-Daffa-Stroyls, IV/1 [1981], s. 1-41). Tûsî’nin, İslâm dünyasında trigonometriyle ilgili ilk müstakil çalışma olan Şeklü’l-ḳaṭṭâʿ adlı eseri sayesinde trigonometri astronomiden ayrılmış ve matematiğin bir dalı olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. Altı trigonometrik fonksiyonları kullanan Tûsî düzlemsel ve küresel üçgenlerin çözümüyle uğraşmıştır. Ayrıca bir çember içinde yuvarlanan başka bir çember üzerindeki noktanın geometrik yerine ilişkin verdiği sonuç, 300 yıl sonra Gerolamo Cardano ve Mikolaj Copernicus gibi bilginler tarafından kullanılmıştır. Tûsî’nin cebir alanına da önemli katkıları olmuştur (Dönmez, s. 194).

Eserleri. Nasîrüddîn-i Tûsî’nin eserlerinin sayısı konusunda çeşitli araştırmalarda farklı neticeler elde edilmekle birlikte onun 150 civarında telifi bulunduğunu söylemek mümkündür (Safedî, I, 181; Ziriklî, VII, 257-258; Demirkol, s. 17-28). Tûsî’nin eserleriyle ilgili müstakil çalışmalar bulunmaktadır. Bunlardan en kapsamlısı Muhammed Takī Müderris-i Razavî’nin Aḥvâl ve Âs̱âr-ı Ḫâce Naṣîrüddîn-i Ṭûsî adlı eseridir (bk. bibl.). Muhammed Müderris Zencânî’nin Sergüzeşt ve ʿAḳāʾid-i Felsefî-i Ḫâce Naṣîrüddîn-i Ṭûsî adlı çalışmasında da (Tahran 1379 hş.) eserleri hakkında bilgi verilmiş, çalışmada Tûsî’nin eserleri konularına göre tasnif edilmiştir. Azerbaycan İlimler Akademisi doğumunun 800. yılında Tûsî’nin eserlerini, bulundukları kütüphaneleri tanıtan ve çeşitli dillerde Tûsî hakkında yazılan kitap ve makalelerin listesini ihtiva eden bir kitap neşretmiştir (Xâce Nasîreddin Tûsî: Biblioqrafya, Bakü 2004). Benzer bir çalışmayı Seyyid İbrâhim Eşk Şîrînî, Hasan Rahmânî, Elizabeth Alexandrın ve Sergei Tourkin ortaklaşa yapmıştır (bk. bibl.).

A) Kelâm. 1. Tecrîdü’l-iʿtiḳād*. Tecrîdü’l-kelâm diye de anılan ve felsefî kelâmın ilk örneklerinden olan eser üzerine yazıldığı dönemden itibaren İbnü’l-Mutahhar el-Hillî, Şemseddin Mahmûd Abdurrahman el-İsfahânî ve Ali Kuşçu gibi âlimler tarafından 200 civarında şerh, hâşiye ve ta‘lîkāt yazılmıştır. Eserin başta M. Cevad Hüseynî Celâlî’nin tahkiki olmak üzere (Kum 1407/1986) birçok neşri bulunmaktadır. 2. Telḫîṣü’l-Muḥaṣṣal. Fahreddin er-Râzî’nin önceki filozof ve kelâmcıların görüşlerini özetlediği Muḥaṣṣalü efkâri’l-müteḳaddimîn ve’l-müteʾaḫḫirîn adlı kitabının tenkitli bir şerhi olan eser Naḳdü’l-Muḥaṣṣal, Şerḥu’l-Muḥaṣṣal ve Telḫîṣ fî ʿilmi’l-kelâm gibi adlarla da tanınmıştır (Razavî, s. 446; Hânsârî, VI, 304). Telḫîṣü’l-Muḥaṣṣal (Kahire 1323, el-Muḥaṣṣal ile birlikte; Kahire, ts.), Tûsî’nin kelâm ve felsefe alanındaki otuz risâlesiyle birlikte Abdullah Nûrânî editörlüğünde neşredilmiştir (Beyrut 1405/1985). 3. Ḳavâʿidü’l-ʿaḳāʾid. Genel kelâm konularının tasvirî şekilde incelendiği muhtasar bir eserdir (nşr. Abdullah Nûrânî, Telḫîṣü’l-Muḥaṣṣal içinde, Beyrut 1405/1985; nşr. Ali Hasan Hâzim, Beyrut 1413/1992). 4. el-Fuṣûl. Tûsî’nin kelâm alanında Farsça telif ettiği eser Rükneddin Muhammed b. Ali el-Cürcânî tarafından 728 (1328) yılında Arapça’ya tercüme edilmiştir (Hânsârî, VI, 313). Süleymaniye Kütüphanesi’nde bir nüshası bulunan eser (Şehid Ali Paşa, nr. 2816, vr. 49-60), Abdullah Ni‘me’nin el-Edilletü’l-celiyye fî Şerḥi Fuṣûli’n-Naṣîriyye (Beyrut 1986) ve Mikdâd b. Abdullah es-Süyûrî’nin el-Envârü’l-Celâliyye fî Şerḥi’l-Fuṣûli’n-Naṣîriyye (nşr. Ali Hâcî Âbâdî-Abbas Celâlî Niyâ, Meşhed 1420/1999) adlı eserleri içinde yayımlanmıştır. 5. İs̱bât-ı Vâcib Risâleleri. Tûsî’nin, isbât-ı vâcib konusunda öğrencisi Necmeddin Ali b. Ömer el-Kâtibî ile yazışmalarından ibaret olan iki risâlesi bulunmaktadır. Risâleleri Fuat Sezgin İspanyolca tercümeleriyle birlikte (Frankfurt 2000), Muhammed Hasan Âl-i Yâsîn el-Muṭâraḥât felsefiyye adıyla (Bağdat 1956) neşretmiştir. Müellifin aynı konuda Burhân fî İs̱bâti’l-Vâcib adlı tek sayfalık bir risâlesi (Telḫîṣü’l-Muḥaṣṣal içinde, Beyrut 1405/1985) ve Mecmûʿa-i Resâʾil-i Ḫâce Naṣîrüddîn-i Ṭûsî içinde neşredilen (Tahran 1335 hş., s. 1-7) Farsça bir isbât-i vâcib risâlesi daha bulunmaktadır. 6. Risâletü’l-İmâme. İmâmiyye Şîası’nın imâmet anlayışını savunmak için telif edilen risâle (nşr. Muhammed Takī Dâneşpejûh, Tahran 1335/1916; nşr. Abdullah Nûrânî, Telḫîṣü’l-Muḥaṣṣal içinde, 1405/1985), Hasan Onat tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir (AÜİFD, XXXV [1996], s. 179-191). 7. Risâle-i Cebr ve Ḳader (Mecmûʿa-i Resâʾil-i Ḫâce Naṣîrüddîn-i Ṭûsî içinde, Tahran 1335 hş., s. 8-27). Müellifin İsmâilîler’in himayesinde bulunduğu dönemde kaleme alınmıştır. 8. Efʿâlü’l-ʿibâd beyne’l-cebr ve’t-tefvîż (Telḫîṣü’l-Muḥaṣṣal içinde, s. 477-478). 9. Eḳallü mâ yecibü’l-iʿtiḳādü bih (Risâle-i İʿtiḳādiyye). Her müslümanın inanması gereken temel itikadî konuları içeren bir risâledir (Telḫîṣü’l-Muḥaṣṣal içinde, s. 471-472). 10. el-Muḳniʿa fî evveli’l-mevcûdât. Risâlede tevhid, adl, nübüvvet, imâmet, meâd gibi İmâmiyye inanç esasları kısaca ele alınmıştır (Telḥîṣü’l-Muḥaṣṣal içinde, s. 473-474).

B) Felsefe, Mantık ve Ahlâk. 1. Şerḥu’l-İşârât (Ḫallü müşkilâti’l-İşârât). İbn Sînâ’nın el-İşârât ve’t-tenbîhât adlı eseri üzerine yazılmış en önemli şerhlerden biridir. Tûsî İsmâilîler’in kalesinde iken yazdığı bu şerhi 644 yılının Safer ayında (Haziran-Temmuz 1246) tamamlamıştır. Kitap üzerine başta Hillî ve Kutbüddin er-Râzî olmak üzere birçok müellif tarafından hâşiye ve ta‘lik yazılmış, eserin muhtelif baskıları yapılmıştır (İstanbul 1290; Leknev 1293, 1297; nşr. Süleyman Dünyâ, I-IV, Kahire 1948-1949, 1960; Beyrut 1413/1993; nşr. Kerîm Feyzî, Kum 1383 hş.). 2. Muṣâriʿu’l-Muṣâriʿ. Şehristânî’nin varlık, isbât-ı vâcib, tevhid, sudûr, Allah’ın ilmi ve nübüvvetin ispatı gibi konularda İbn Sînâ’ya karşı eleştirilerini içeren Muṣâraʿatü’l-felâsife adlı eserine reddiyedir (nşr. Hasan Muizzî, Kum 1405/1985). 3. Aḫlâḳ-ı Nâṣırî*. Tûsî, bu Farsça eserini Kuhistan’ın İsmâilî hâkimi Nâsırüddin Abdürrahîm b. Ebû Mansûr Muhteşem’in isteği üzerine kaleme alıp ona ithaf etmiştir (Kalküta 1269/1853; Tahran 1356 hş.). Eseri, A. Vahap Taştan ve Habil Nazlıgül Azerbaycan Türkçesi’nden (Ankara 2005), Anar Gafarov ve Zaur Şükürov aslından (İstanbul 2007) Türkçe’ye çevirmiştir. 4. Esâsü’l-iḳtibâs (Tahran 1375 hş.). Bu Farsça mantık kitabını Molla Hüsrev Arapça’ya tercüme etmiştir. 5. Taʿdîlü’l-miʿyâr fî naḳd-i Tenzîli’l-efkâr. Mantıkla ilgili olup Esîrüddin el-Ebherî’nin eseri üzerine yazılmıştır (Manṭıḳ ve mebâḥis̱ü’l-elfâẓ: Mecmûʿa-i Mütûn ve Maḳālât-ı Taḥḳīḳī içinde, nşr. Mehdî Muhakkık, Tahran 1353 hş., s. 137-248). 6. Tecrîdü’l-manṭıḳ (Beyrut 1408/1988). Esere İbnü’l-Mutahhar el-Hillî’nin el-Cevherü’n-naḍîd adlı çalışması başta olmak üzere birçok şerh yazılmıştır. 7. Ecvibetü suʾâlâti Rükniddîn el-Esterâbâdî (Manṭıḳ ve mebâḥis̱ü’l-elfâẓ, Mecmûʿa-i Mütûn ve Maḳālât-ı Taḥḳīḳī içinde, s. 249-275). 8. Aḫlâḳ-ı Muhteşemî. Mukaddimesinde de belirtildiği gibi Tûsî’nin telifi olmayıp Nâsırüddin b. Muhteşem’in âyet, hadis, Ehl-i beyt’e dair haberlerle İsmâilî önderlerinin sözlerinden oluşturduğu ahlâkla ilgili kitabının Tûsî tarafından tamamlanmış Farsça tercümesidir (nşr. Muhammed Takī Dânişpejûh, Tahran 1361 hş., 1377 hş.). 9. er-Risâletü’n-Naṣîriyye. Ahlâkla ilgilidir (Telḫîṣü’l-Muḥaṣṣal’la birlikte, Beyrut 1405/1985, s. 501-506). 10. el-Mürâselât beyne Ṣadriddîn Ḳonevî ve Naṣîriddîn eṭ-Ṭûsî. Bu felsefî yazışmaların Tûsî’ye ait olmadığına dair bazı iddialar bulunmaktaysa da (Bayram, bk. bibl.) bunlar kaynaklarca doğrulanmamıştır (Razavî, s. 493-497). Yazışmalar Konevî’nin Tûsî’ye varlık, mahiyet ve bunlar arasındaki ilişki, sudûr ve nefis gibi konulardaki sorularıyla Tûsî’nin bunlara Meşşâî felsefesi açısından verdiği cevaplardan oluşmaktadır. Eser Gudrun Schubert (Mürāselāt beyne Ṣadriddīn Ḳonevī ve Naṣīriddīn eṭ-Ṭūsī: Annaherungen der mystisch philosophische briefwechsel zwischen Ṣadr ud-Dīn Qonawī und Naṣīr ud-Dīn-i Ṭūsī, Beyrut 1416/1995, Risâletü’l-mufaṣṣıḥa ve er-Risâletü’l-hâdiye adlı eserleriyle birlikte) ve Abdullah Nûrânî (Ecvibetü’l-mesâʾili’n-Naṣîriyye, Tahran 1373 hş.) tarafından yayımlanmış, Ekrem Demirli bunları Türkçe’ye çevirmiştir (İstanbul 2002). Ayrıca Tûsî’nin bazı felsefî risâleleri Telḫîṣü’l-Muḥaṣṣal’la birlikte neşredilmiştir (Beyrut 1405/1985). Tûsî’ye Seyr ve sülûk (nşr. Seyyid Celâl Hüseynî Bedahşânî, London 1998), Ravża-yı Teslîm (Taṣavvurât) (İng. trc. ve nşr. Wladimir Ivanov, Leiden 1950; S. J. Badakhchani, London 2005; Fr. trc. Christian Jambet, Paris 1996) adlı iki eser daha isnat edilmektedir. İsmâilîler’in kalesinde iken bu mezhebi savunmak için yazdığı ileri sürülen bu kitapların ilkinde İsmâilîlik’le biten kendi hayat hikâyesini anlatmış, ikincisinde bu mezhebin görüşlerini felsefî dille açıklamıştır.

C) Riyâzî İlimler. Mecmûʿu’r-resâʾil (I-II, Haydarâbâd 1359). Mecmua içinde şu risâleler bulunmaktadır: Taḥrîrü’l-Muʿṭayât li-Öḳlîdis, Taḥrîrü’l-Üker li-Savizusyus, Taḥrîru Kitâbi’l-Ḳureti’l-müteḥarrike li-Otologus (Autolycos), Taḥrîru Kitâbi’l-Mesâkin li-Savizusyus, Taḥrîrü Kitâbi’l-Menâẓır li-Öḳlîdis, Taḥrîru Maʿrifeti’l-mesâḥati’l-eşkâl li-Benî Mûsâ: Muḥammed ve’l-Ḥasan ve Aḥmed, Taḥrîru Kitâbi’l-Meʾḥûẕât li-Arşimedis (Archimedes), Taḥrîru Kitâbi’l-Küre ve’l-üsṭuvâne li-Arşimedis (Archimedes), Taḥrîru Kitâbi’l-Mefrûżât li-S̱âbit b. Ḳurre, er-Risâletü’ş-Şâfiye. Bunlardan başka müellifin Cevâmiʿu’l-ḥisâb bi’t-taḫt ve’t-türâb (nşr. Ahmed Selîm Saîdân, Mecelletü’l-ebḥâs̱, XX/2, Beyrut 1967, s. 91-164; XX/3, s. 213-292), Taḥrîru Kitâbi’l-Eşkâli’l-küreviyye li-Menâlâvus (Menelaos) (A Collection of Mathematical and Astronomical Treatises as Revised by Nasiraddin at-Tusi Second Part içinde, nşr. Fuat Sezgin, Frankfurt 1998, s. 1-148) adlı eserleri ve Şeklü’l-ḳaṭṭâʿ (Kitâb fî shakl al-qaṭṭaʿ) başlıklı bir çalışması (nşr. Fuat Sezgin, Frankfurt 1998) vardır. Çeşitli eserlerde Tûsî’ye Taḥrîrü’l-Mecisṭî li-Baṭlamyus, Taḥrîrü’l-Üker li-Mânâlavus, Tecrîd fi’l-hendese, Taḥrîru Terbîʿi’d-dâʾire li-Arhimedis, Risâle der Aḥvâl-i ḫuṭûti’l-münḥaniye, Risâle-i Red ber Müṣâdere-i Öḳlîdis, el-Cebr ve’l-muḳābele, Risâle der Bâb-ı Ḳıble-i Tebrîz, Maḳāle-i Arşimîdes der Teksîr-i Dâʾire gibi risâleler nisbet edilmektedir (Safedî, I, 181; Ziriklî, VII, 257; M. Takī Müderris-i Razavî, s. 364, 369, 557-558).

D) Astronomi. 1. Mecmûʿu’r-resâʾil (I-II, Haydarâbâd 1359). Eserde şu risâleler yer almaktadır: Taḥrîru Kitâbi Cirmeyi’n-neyyireyn li-Aristarhus (Arisarchos), Taḥrîru Kitâbi’ṭ-Ṭulûʿ ve’l-ġurûb li-Otologus (Autolycos), Taḥrîru Kitâbi Ẓâhirâti’l-felek li-Öḳlîdis, Taḥrîru Kitâbi’l-Meṭâliʿ li-İsklâvus (Hypsicles), Taḥrîru Kitâbi’l-Eyyâm ve’l-leyâlî. 2. Zîc-i İlḫânî*. Tûsî’nin astronomi alanında en önemli çalışmasıdır. 3. Muḫtaṣar fî ʿilmi’t-tencîm ve maʿrifeti’t-taḳvîm (Risâle-i Sî Faṣl). Eseri Ahmed-i Dâî Tercüme-i Eşkâl-i Nasîr-i Tûsî başlığıyla Türkçe’ye çevirmiş (sadeleştirenlerin önsözü, s. 1), bu çeviriyi Tahir Nejat Gencan ve Muammer Dizer sadeleştirmiştir (İstanbul 1984). Kaynaklarda Tûsî’nin şu eserleri de zikredilmektedir: Zübdetü’l-idrâk fî heyʾeti’l-eflâk, Risâle der Beyân-ı Ṣubḥ-i Kâẕib, Risâle der Taḥḳīḳ-i Ḳavs ve Ḳuzaḥ, Teẕkiretü’n-Naṣîriyye fi’l-heyʾe, Şerḥu’s̱-S̱emere fî aḥkâmi’n-nücûm li-Baṭlamyus, Risâle fî inʿikâsi’ş-şuʿâʾât, Bîst Bâb der Maʿrifet-i Usṭurlâb, İḫtiyârâtü Mesîri’l-ḳamer, Şerḥ-i Muʿîniyye, Taḳvîm-i ʿAlâʾî, Kitâbü’l-Bârî der ʿİlm-i Taḳvîm, Taḥṣîl der ʿİlm-i Nücûm (M. Takī Müderris-i Razavî, s. 388-390, 399-406, 413-420, 561-563, 566-567). Bu eserlerin bazıları üzerine Kutbüddîn-i Şîrâzî, Fethullah eş-Şirvânî, Bircendî ve Nizâmeddin en-Nîsâbûrî gibi âlimler şerh yazmıştır.

E) Diğer Eserleri. Cevâhirü’l-ferâʾiż (el-Ferâʾiż ʿalâ meẕhebi Ehli’l-beyt, el-Ferâʾiżü’n-Naṣîriyye) (a.g.e., s. 529-530; Xâce Nasîreddin Tûsî: Biblioqrafya, s. 29), Tefsîru sûreti’l-ʿAṣr (Telḫîṣü’l-Muḥaṣṣal içinde, s. 520); Evṣâfü’l-eşrâf (nşr. Seyyid Mehdî Şemseddin, Tahran 1377 hş.); Ecvibetü mesâʾili’ṭ-ṭıbbiyye (Ecvibetü’l-mesâʾili’n-Naṣîriyye içinde, s. 155-172) (kaynaklarda Tûsî’ye Ḳavânînü’ṭ-ṭıb, Ḥavâşî ʿalâ Külliyyâti’l-Ḳānûn ve Ḍavâbiṭü’ṭ-ṭıb adlı risâleler de atfedilmektedir; Safedî, I, 181; M. Takī Müderris-i Razavî, s. 554-555); Miʿyârü’l-eşʿâr (Şiʿr ve Şâʿirî der Âs̱âr-ı Ḫâce Naṣîreddîn-i Ṭûsî içinde, nşr. Muazzame İkbâlî, Tahran 1379 hş., s. 159-415) (bundan başka müellif, İbnü’l-Mukaffa’dan Farsça’ya Tercemetü’l-Edebi’l-vecîz li’l-veledi’ṣ-ṣaġīr’i çevirmiştir; Aḫlâḳ-ı Muḥteşemî içinde, Tahran 1377 hş., s. 495-559); Kitâbü’l-Vâfî fi’l-ḳavâfî ve’l-maḳāmât (Hânsârî, VI, 304-306; M. Takī Müderris-i Razavî, s. 583, 587); Tansûḳnâme-i İlḫânî: Cevâhirnâme (Azerbaycan Türkçesi’ne trc. Qafar Kendli, Bakü 1984).

Müellifin diğer risâleleri de şunlardır: Maḳāle fî feżâʾili emîri’l-müʾminîn ʿAlî (Aḫlâḳ-ı Muḫteşemî içinde, nşr. M. Takī Dânişpejûh, Tahran 1377 hş., s. 571-577); Risâle der Resm ve Âʾin-i Pâdişâhî (Mecmûʿa-i Resâʾil-i Ḫâce Naṣîruddîn-i Ṭûsî içinde, Tahran 1335 hş., s. 28-35); Âdâbü’l-müteʿallimîn (trc. Yahyâ el-Haşşâb, MMMA [Kahire] içinde, III/2, [1377/1957], s. 267-284; Nâme-i Ferheng, Tahran 1376 hş., IV, 190-195); Cevâbü Risâleti Ḳāḍi’l-Baḥreyn (Ecvibetü’l-mesâʾili’n-Naṣîriyye içinde, s. 277); Risâle-i Ḫâce Naṣîrüddîn-i Ṭûsî be Ḫâce Recâʾî Buzluk (Ecvibetü’l-mesâʾili’n-Naṣîriyye içinde, s. 278); Maḳāle der Mûsiḳī (Risâle fî ʿilmi’l-Mûsîḳā adıyla da bilinen ve tek nüshası Paris Bibliothèque Nationale’de bulunan [nr. 2466] risâleyi Fazlı Arslan Türkçe’ye tercüme etmiştir [“Nasîruddin et-Tûsî ve Mûsikî Risâlesi”, Dinî Araştırmalar, sy. 26 [Ankara 2006], s. 317-335]); Kitâbü’t-Teshîl fi’n-nücûm; Sâḳīnâme; Ḳānûnnâme; Âdâbü’l-baḥs̱; Risâle fî aḥkâmi’l-ketf; Risâle der Niʿmethâ ve hûşhâ ve leẕẕethâ; Ẕeylü Cihângüşâ: Vâḳıʿatü Baġdâd (M. Takī Müderris-i Razavî, s. 535, 571, 588, 592); Risâle fi’r-reml (er-Risâletü’s-sulṭâniyye fi’r-reml, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3797, vr. 91-96; Yenicami, nr. 11-76, vr. 265-270); Risâle-i İstiḫrâc-ı habâyâ; Ḫilâfetnâme-i İlâhî; Serîʿatü’l-es̱er fî encâhi’l-maḳāṣıd ve keşfi’l-mülemmât (M. Takī Müderris-i Razavî, s. 537-540; Hânsârî, VI, 304); Ṣalavât-ı Şerîfe Ber Devâzdeh İmâmân (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 2673, vr. 8-13); Urûz (Safedî, I, 181).

Tûsî hakında Türkiye’de yapılan çalışmaların bir kısmı şöylece sıralanabilir: Nihat Keklik, İslâm Dünyasında Tasavvuf ve Felsefe Arasındaki Hesaplaşmalar: Sadraddin Konavî ve Nasiraddin Tûsî Felsefeleri (1962, doçentlik tezi); Fahrettin Olguner, Üç Türk-İslâm Mütefekkiri İbn Sînâ, Fahreddin Râzî, Nasîreddin Tûsî Düşüncesinde Varoluş, Murat Demirkol (bk. bibl.); Agil Şirinov (bk. bibl.); Anar Gafarov, Nasîruddin Tûsî’nin Ahlâk Felsefesi (2009, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü); Azime Şimşek, Nasireddin Tûsî’nin Ahlâk ve Eğitim Anlayışı (yüksek lisans tezi, 2005, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü). Tûsî’nin müsbet ilimlerdeki yeriyle ilgili olarak Hamit Dilgan’ın bir çalışması bulunmaktadır (bk. bibl.).

BİBLİYOGRAFYA

Nasîrüddîn-i Tûsî, el-Fuṣûl (Abdullah Ni‘me, el-Edilletü’l-celiyye fî şerḥi Fuṣûli’n-Naṣîriyye içinde), Beyrut 1986, s. 65, 74-75, 101-106, 211-295; a.mlf., Ecvibetü mesâʾili Faḫriddîn Muḥammed b. ʿAbdillâh Beyârî (a.mlf., Ecvibetü’l-mesâʾili’n-Naṣîriyye içinde), Tahran 1383 hş., s. 44-46; a.mlf., Ecvibetü mesâʾili Ṣadriddîn el-Ḳonevî (a.e. içinde), s. 230-233; a.mlf., Mesâʾilü Naṣîriddîn eṭ-Ṭûsî ʿan Şemsiddîn el-Ḫüsrevşâhî (a.e. içinde), s. 268; a.mlf., Şerḥu Mesʾeleti’l-ʿilm (a.e. içinde), s. 98-100; a.mlf., Telḫîṣü’l-Muḥaṣṣal, Beyrut 1405/1985, s. 269-270, 339; a.mlf., Ḳavâʿidü’l-ʿaḳāʾid (Telḫîṣü’l-Muḥaṣṣal içinde), s. 445, 453; a.mlf., Efʿâlü’l-ʿibâd beyne’l-cebr ve’t-tefvîż (a.e. içinde), s. 269-270, 477-478; a.mlf., Risâletü’l-İmâme (a.e. içinde), s. 424-433; a.mlf., Risâle fî is̱bâti nefsi’l-emr, Beyazıt Devlet Ktp., nr. 8038, vr. 35b-36a; a.e.: Risâle fî is̱bâṭi’l-ʿaḳli’l-mufârıḳ (Telḫîṣü’l-Muḥaṣṣal içinde), s. 479-481; a.mlf., Risâle fî is̱bâti vâcibi’l-vücûd, Frankfurt 2000, I-II, tür.yer.; a.mlf., Muṣâriʿu’l-Muṣâriʿ (nşr. Hasan el-Muizzî), Kum 1405/1985, s. 83; a.mlf., Risâle-i Cebr ve Ḳader (Mecmûʿa-i Resâʾil-i Ḫâce Naṣîrüddîn-i Ṭûsî içinde), Tahran 1335 hş., s. 8-27; a.mlf., Şerḥu’l-İşârât, Kum 1383 hş., I, 75-77; II, 20-25; III, 98, 202-205, 331, 335-338; a.mlf., Tecrîdü’l-iʿtiḳād (nşr. M. Cevâd el-Hüseynî), Kum 1407/1986, tür.yer.; ayrıca bk. neşredenin girişi, s. 39-68; a.mlf., Exlâqi Nâsirî (trc. Rahim Sultanov), Bakü 1980, tercüme edenin girişi, s. 5; a.mlf., Muhtasar fî İlm et-Tencîm ve Ma‘rifet et-Takvîm: Risâle-i Sî Fasl (trc. Ahmed-i Dâî, s.nşr. Tahir Nejat Gencan – Muammer Dizer), İstanbul 1984, sadeleştirenlerin önsözü, s. 1; Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî, el-Muʿteber fi’l-ḥikme, İsfahan 1379 hş., II, 27; Sühreverdî el-Maktûl, el-Muṭâraḥât (Mecmûʿa-i Muṣannefât-i Şeyḫ-i İşrâḳ içinde, nşr. H. Corbin), Tahran 1373 hş./1933, I, 25-26; Fahreddin er-Râzî, Kelâm’a Giriş [Muhassal] (trc. Hüseyin Atay), Ankara 2002, s. 164; İbnü’l-İbrî, Târîḫu’z-zamân (nşr. İshak Ermele), Beyrut 1986, s. 330; Reşîdüddin Fazlullāh-ı Hemedânî, Câmiʿu’t-tevârîḫ (nşr. Behmen Kerîmî), Tahran 1362 hş., II, 696, 718; İbnü’l-Fuvatî, el-Ḥavâdis̱ü’l-câmiʿa (nşr. Mehdî en-Necm), Beyrut 1424/2003, s. 245, 269; İbnü’l-Mutahhar el-Hillî, Keşfü’l-murâd fî şerḥi Tecrîdi’l-iʿtiḳād (nşr. Hasan Hasanzâde Âmülî), Kum 1425, s. 393-394; Yûnînî, Ẕeylü Mirʾâti’z-zamân, Haydarâbâd 1374/1954, III, 79; Takıyyüddin İbn Teymiyye, Minhâcü’s-sünne (nşr. M. Reşâd Sâlim), Riyad 1406/1986, III, 445-449; Zehebî, Târîḫu’l-İslâm: sene 671-680, s. 114-115; Müstevfî, Târîḫ-i Güzîde (Browne), s. 811; İbn Kayyim el-Cevziyye, İġās̱etü’l-lehfân (nşr. Beşîr M. Uyûn), Dımaşk-Beyrut 1414/1994, II, 679; Safedî, el-Vâfî, I, 112, 181, 183; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî), Cîze 1419/1998, XVII, 514; Bedreddin el-Aynî, ʿİḳdü’l-cümân (nşr. Muhammed Muhammed Emîn), Kahire 1408/1988, II, 124-125; Hamza b. Ahmed İbn Sebât, Târîḫ: Ṣıdḳu’l-aḫbâr (nşr. Ömer Abdüsselâm Tedmürî), Trablus 1413/1993, s. 436; Taşköprizâde, Miftâḥu’s-saʿâde, I, 28; Mirzâ Muhammed b. Süleyman Tünükâbünî, Ḳıṣaṣü’l-ʿulemâʾ, Tahran 1396, s. 368-369, 378-380, 381; İbnü’l-İmâd, Şeẕerât, V, 339; Kutbüddin Muhammed b. Ali ed-Deylemî el-İşkeverî, Maḥbûbü’l-ḳulûb: el-Maḳāletü’s̱-s̱âniye (nşr. Hâmid Sıdkī – İbrâhim ed-Dîbâcî), Tahran 1424/2003, II, 415-419; Abdullah Efendi el-İsfahânî, Riyâżü’l-ʿulemâʾ ve ḥiyâżü’l-fużalâʾ (nşr. Ahmed el-Hüseynî), Kum 1401, s. 159; İbnü’l-Gazzî, Dîvânü’l-İslâm (nşr. Seyyid Kesrevî Hasan), Beyrut 1411/1990, IV, 308; İbn Usfûr el-Bahrânî, Lüʾlüʾetü’l-Baḥreyn (nşr. M. Sâdık Âl-i Bahrülulûm), Beyrut 1406/1986, s. 246-247; Hânsârî, Ravżâtü’l-cennât (nşr. Esedullah İsmâiliyyân), Kum 1392/1972, VI, 300, 304-306, 313, 414; Ziriklî, el-Aʿlâm, VII, 257-258; Zeki Velidi Togan, “Mecmûʿa-i Resâʾil-i Riyâżiyye der Kütübḫâne-i Maġnisa ke Hod Ḫâce Naṣîrüddîn-i Ṭûsî Cemʿ Kerde Bûd”, Yâdnâme-i Ḫâce Naṣîrüddîn-i Ṭûsî (nşr. Zebîhullah Safâ), Tahran 1336 hş., I, 1-18; Hamit Dilgan, Büyük Türk Âlimi Nasîreddîn Tûsî, İstanbul 1968, s. 9; Abdülemîr el-A‘sem, el-Feylesûf Naṣîrüddîn eṭ-Ṭûsî, Beyrut 1980, s. 78-95; H. Memmedbeyli, Muhammed Nasîreddin Tûsî, Bakü 1980, s. 35, 59, 74-75; Ferman Eyvazov, Dahi Âlim ve Filosof, Bakü 1981, s. 18; Bakhtyar Husain Siddiqi, “Nasîr al-Din Tusi”, A History of Muslim Philosophy (ed. M. M. Sharif), Karachi 1983, I, 565; Abbas el-Kummî, el-Künâ ve’l-elḳāb, Beyrut 1403/1983, I, 250, 252; Hasan el-Emîn, Müstedrekâtü Aʿyâni’ş-Şîʿa, Beyrut 1408/1987, I, 200-206; M. Takī Müderris-i Razavî, Aḥvâl ve Âs̱âr-ı Ḫâce Naṣîrüddîn-i Ṭûsî, Tahran 1370 hş., tür.yer.; M. Rızâ el-Hakîmî, İslâm Bilim Tarihi (trc. Hüseyin Arslan), İstanbul 1999, s. 48; Seyyid İbrâhim Eşk Şîrînî v.dğr., “Kitâbşinâsî-yi Ḫâce Naṣîreddin-i Ṭûsî”, Dânişmend-i Ṭûs (nşr. Nasrullah Pürcevâdî – Jîvâ Vesel), Tahran 2000, s. 71-118, 207-213, 215-218; Ali Dönmez, Matematiğin Öyküsü ve Serüveni “Dünya Matematik Tarihi Ansiklopedisi”: Matematik Sözlüğü, İstanbul 2002, s. 194, 251; Xâce Nasîreddin Tûsî: Biblioqrafya, Bakü 2004; Süheyl el-Hüseynî, el-Ḫâce Naṣîrüddin eṭ-Ṭûsî, Beyrut 2005, s. 88-114; Agil Şirinov, Nasîruddin Tûsî’de Varlık ve Ulûhiyyet (doktora tezi, 2007), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 242-252; Murat Demirkol, Nasîruddin Tûsî’nin İbn Sînâcılığı (doktora tezi, 2007), AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 17-28, 128; Mikail Bayram, “Sadreddin Konevî ile Hâce Nasîruddin Tûsî’nin Mektuplaştıkları İddiası Üzerine”, TD, sy. 32 (1979), s. 11-28; Ali A. Al-Daffa-John Stroyls, “Nasîr al-Din al-Tûsî’s Attempt to Prove the Parallel Postulate of Euclid”, Journal of Central Asia, IV/1, Islamabad 1981, s. 1-41; U. Ballay, “The Astronomical Manuscripts of Naṣīr al-Dīn Ṭūsī”, Arabica, XXXVII/3, Leiden 1990, s. 389-390; R. Strothmann, “Tûsî”, İA, XII/2, s. 132-133; J. Ruska, “Tûsî”, a.e., XII/2, s. 133-134; H. Daiber, “al-Ṭūsī, Naṣīr al-Dīn”, EI2 (İng.), X, 746-750; F. J. Ragep, “al-Ṭūsī, Naṣīr al-Dīn”, a.e., X, 750-752.
Bu bölüm ilk olarak 2012 senesinde İstanbul'da basılan TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 41. cildinde, 437-442 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.

https://islamansiklopedisi.org.tr/tusi-nasiruddin

21 Nisan 2020 Salı

KEMOTERAPİNİN YAN ETKİLERİNİ ORTADAN KALDIRDILAR


Prof.Dr.MEHMET ÖZ


Prof.Dr.MEHMET ÖZ

Mehmet Öz (d. 11 Haziran 1960, Cleveland), Türk-Amerikan hekim ve sunucu. Columbia Üniversitesi’nde başkan yardımcısı ve cerrahi profesörü. Halen New York Presbyterian Hastanesi’nde Kalp ve Damar Enstitüsü ve Tamamlayıcı İlaç Programını yönetiyor.

Mehmet Öz, 11 Haziran 1960'da babasının görev yaptığı Cleveland'da doğdu. Harvard Üniversitesi'nden mezun olmuştur. Kliniksel uzmanlık alanları minimal invasif kalp cerrahisi, kalp cerrahisi, kalp kapakçığı ve aort cerrahisi, yetişkin kalp nakli, mekanik kalp yardımcılığı ve koroner baypastır. Mehmet Öz, minimal invasif kalp cerrahisi, tamamlayıcı ilaç, kalp bakımı sonuç analizi ve kalp değişimi ile ilgili araştırmalarda bulundu.

Ödülleri

Ekonomi dergisi Forbes, 2011 yılının en etkili 3. kişisi, Hippocrates Magazin Dergisi tarafından "Yılın Doktoru", Healthy Living Magazine Dergisi tarafından "Milenyum’un İyileştiricisi", New York Magazin Dergisi tarafından "Yılın En İyi Doktoru", World Economic Forum tarafından "Yarının Küresel Lideri" seçildi. Aynı zamanda 1996 yılında "Yılın Türk-Amerikalısı" seçildi. Adı "Castle Connolly Almanağı"na da geçen Mehmet Öz, birçok ödülün de sahibidir.

"For Healing from the Heart" kitabı ile "Books for a Better America Award"’a değer görüldü. Robert E. Gross Araştırma Bursuna hak kazandı. (AATS, 1994-97) "American Society of Laser Medicine and Surgery" Araştırma Ödülü'nün de sahibi olan Mehmet Öz, Columbia Üniversite Doktorlar ve Cerrahlar Fakültesi’nin "Bleake More Research Ödülü"'nü de aldı. Birçok profesyonel dernek ve kuruluşa üye olan Mehmet Öz, American Board of Thoracic Surgery (2004) ve American Board of Surgery (1992)'nin Yönetim Kurulu'ndadır. People dergisine verdiği bir röportajda bağırsağında bir kitleye rastlandığından söz edilmiştir. Ancak bunun zararsız bir polip olduğu anlaşılmış ve basit bir operasyonla tedavi edilmiştir.

Aile Yaşamı

Lisa Öz ile evli olan Mehmet Öz'ün, Daphne Nur, Anabella Sezen, Zoe Yasemin ve Oliver Mustafa adında dört çocuğu vardır. Mehmet Öz, halen Columbia Üniversitesi Tıp Merkezi Kardiyoloji Direktörlüğü'nün yanı sıra Columbia Üniversitesi Doktorlar ve Cerrahlar Fakültesi'nde, cerrah olarak mesleğini devam ettirmektedir.

Televizyon Programları ve Kitapları

"Dr. Öz'le İkinci Bir Görüş" Discovery Health
"Hayat Çizgisi" Discovery Health
"Daily Rounds" Discovery Health
"Yiyecekler Hakkındaki Gerçek" Discovery Health
"Live Transplant" Discovery Health
"National Body Challenge" Discovery Health
"Siz: Diyettesiniz" Discovery Health
"Dr. Öz'e Sorun" The Oprah Winfrey Show

Dış bağlantılar

Wikimedia Commons'ta Mehmet Öz ile ilgili medyaları bulabilirsiniz.

Resmî site
Columbia Üniversitesi Cerrahi Bölümü profili

TÜRK EİNSTEİN OKTAY SİNANOĞLU


TÜRK EİNSTEİN OKTAY SİNANOĞLU

Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, (d. 25 Şubat 1935, Bari, İtalya - ö. 19 Nisan 2015, Florida, ABD) Türk kuantum kimyacısı, kuramsal kimyacı ve moleküler biyolog.

Hayatı

Babasının (Nüzhet Haşim Sinanoğlu) Türkiye Başkonsolosluğunda görev yapmakta olduğu Bari'de doğdu. 1939 yılında İtalya'da II. Dünya Savaşı'nın başlamasının ardından ailesiyle Türkiye'ye döndü.

Oktay Sinanoğlu, sonradan TED Koleji olan Ankara Yenişehir Lisesi'ne burslu öğrenci olarak girdi ve 1953 yılında bu okulu birincilikle bitirdi. Okulun bursuyla Kimya Mühendisliği okumak üzere ABD'ye gitti. 1956'da ABD Kaliforniya Üniversitesi Berkeley Kimya Mühendisliği'ni birincilikle bitirdi.

1957'de Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nü sekiz ayda bitirerek yüksek kimya mühendisi oldu. "Alfred Sloan" ödülünü aldı. 1959'da Kaliforniya Üniversitesi Berkeley'de kuramsal kimya doktorasını tamamladı. 1960'ta Yale Üniversitesi'nde öğretim üyesi (asistan profesör) oldu.

1960-1961 yıllarında atom ve moleküllerin çok-elektronlu kuramı ile "Doçent" oldu. 1963'te 50 yıldır çözülemeyen bir matematik kuramını bilim dünyasına kazandırarak 28 yaşında "tam profesör" unvanını aldı. 20. yüzyılda Yale Üniversitesi'nde bu şanı kazanan en genç öğretim üyesidir[1].

1962 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi mütevelli heyeti yalnız Oktay Sinanoğlu'na mahsus olmak üzere kendisine Danışman Profesör ünvanını verdi. Yale Üniversitesi'nde ikinci bir kürsüye daha profesör olarak atandı. 1973'de Almanya'nın en yüksek dereceli bilim ödülü olan "Aleksander von Humboldt Bilim Ödülü"nü ilk kazanan kişi oldu. 1975'de Japonya'nın "Uluslararası Seçkin Bilimci Ödülü"nü kazandı; yine 1975 yılında özel kanunla Oktay Sinanoğlu'na ilk ve tek Türkiye Cumhuriyeti Profesörü ünvanı verildi. 1976'da Japonya'ya Türkiye Cumhuriyeti Özel Elçisi olarak gönderildi. Kendisi Türk-Japon kültür, bilim ve eğitim ilişkilerinin temellerini atmıştır. Amerikan Bilim ve Sanat Akademisinin ilk ve tek Türk üyesidir[2]. Meksika hükümeti tarafından yüksek Bilim Ödülü "Elena Moshinsky" ile ödüllendirildi.

Dünyada yeni kurulmaya başlayan moleküler biyoloji dalının ilk profesörlerinden biri oldu. DNA sarmalının çözelti içinde o biçimde nasıl durduğuna açıklama getirdi. Dünyanın pek çok yerinde buluşları ve kuramları ile ilgili konferanslar verdi.

1980'li yıllarda çalışmalarını kimya biliminin basit bir şekilde öğretilmesine yönelik bir kuramsal çerçeve üzerinde yoğunlaştırdı. Ancak 1988'de yayımlanan çalışmaları akademik dünyada ilgi görmedi. 1993'te Yale Üniversitesi'ndeki profesörlük görevlerinden erken sayılabilecek bir yaşta emekliye ayrıldı. Aynı yıl Türkiye'ye dönerek Yıldız Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü'nde profesörlüğe atandı. 2002 yılında bu görevden de emekliye ayrıldı.

Türkiye'de bulunduğu dönemde çalışmalarını daha çok Türk ulusal kimliği ve Türk diliyle ilgili milliyetçi görüşlerini yaymaya adadı. Eğitim dilinin resmi dil olması gerektiğini ve yabancı dilin takviyeli olarak öğretilmesinin gerektiğini savunmaktadır. Matematiksel yapısından dolayı Türkçe'nin en iyi bilim dili olduğunu söylemektedir[3]

Yaşamı boyunca Kuantum mekaniği'ne birçok katkıda bulunmuş bir bilim adamıdır. P.A.M. Dirac'in de üzerinde uğraştığı ancak çözümleyemediği bir problemi, "Kuantum mekaniği"nde, Hilbert uzayının topolojisi ve içerdiği yüksek simetrileri çözdü[4]. Böylece Kimya bilimini bu topolojik inceleme ile sağlam bir temele oturttu.

19 Nisan 2015 tarihinde hayatını kaybetti.[5]

Ünlü sanatçı Esin Afşar'ın ağabeyidir. Karacaahmet Mezarlığı'nda annesi Rüveyde Sinanoğlu ve kız kardeşi Esin Afşar Aral'ın yanına defnedilmiştir.[6]

Tüm akademik çalışmaları içinde en önemli 5 kuramı şöyledir:

Many Electron Theory of Atoms and Molecules (1961) – Atom ve moleküllerin çok elektronlu kuramı[7].
Solvophobic Theory (1964) – Çözgeniter kuramı[8].
Network Theory (1974) – Kimyasal tepkime mekanizmaları kuramı[9].
Microthermodynamics (1981) – Mikrotermodinamik
Valency Interaction Formula Theory (1983) – Değerlik kabuğu etkileşim kuramı.[10].

Kitapları

Göçmen Hamamı (ISBN 9786054569014)
2050'ye 5 Kala Dünyanın 105 Yıllık Tarihi (ISBN 9944090674)
İlerisi için (ISBN 9944090611, ISBN 9944090612)
Türkçe Giderse Türkiye Gider (ISBN 9944090605)
Bye Bye Türkçe / Bir Nev-York Rüyası (ISBN 9752977634, ISBN 9752977631)
Büyük Uyanış (ISBN 975841027X , ISBN 9752977669)
Hedef Türkiye (ISBN 9758410229 , ISBN 9752977648)
Ne Yapmalı / Yeniden Diriliş ve Kurtuluş İçin (ISBN 9752977626)
Yeni Bilim Ufukları I (ISBN 9789944090)
Yeni Bilim Ufuklari 2 Yeni bir matematik kuramı ve onunla bazı fizik kimya ilkelerinin bulunması(ISBN 9789789944095)
Yeni Bilim Ufukları 3 Hayatın Örgüsü Elli Yıllık Biyolojinin Temellerini Sarsan Sorular (ISBN 9944090681)
Açıklamalı Fizik, Kimya, Matematik Ana Terimleri Sözlüğü (ISBN 9789751619679)
Akademik kitapları[değiştir | kaynağı değiştir]
Modern Quantum Chemistry : Istanbul Lectures (Academic Press,1965)
Sigma Molecular Orbital Theory (Yale Press,1970)
Three Approaches to Electron Correlation in Atoms and Molecules (with K.Brueckner,Yale Press,1971)
New Directions in Atomic Physics (with E.Condon,Yale Press,1971)

İlgili kitaplar

Oktay Sinanoğlu, Türk Aynştaynı (hazırlayan: Emine Çaykara) (ISBN 975-297-765-0)
Oktay Sinanoğlu, Bir Türk Dehası (yazan: Ahmet Hakan) (ISBN 9758618342)

Aziz Sancar kimdir? Kimya Nobel ödülü 2015


Aziz Sancar kimdir? Kimya Nobel ödülü 2015

Kimya Nobel Ödülünü alanlar arasından biri olan Aziz Sancar kimdir? Nobel Ödülünü alan 3 isimden biri olan Aziz Sancar'ın hayatı başarılar ile dolu.

Aziz Sancar kimdir, Nobel Kimya ödülünü aldı. ABD North Carolina Üniversitesi Biyokimya ve Biyofizik Bölümü’nde görev yapan Aziz Sancar göğsümüzü bir kez daha kabarttı. Peki Nobel Kimya Ödülü'nü alan 3 isim
den biri olan Aziz Sancar kimdir, nerelidir? İşte hayatı başarılar ile dolu olan Aziz Sancar'ın hayatı.

AZİZ SANCAR KİMDİR?

Aziz Sancar, Mardin'in Savur İlçesinde, okuma yazma bilmeyen ancak eğitime önem veren sekiz çocuklu bir anne-babanın çocuğu olarak doğdu.

İstanbul Tıp Fakültesi'ni bitirdi. Yurtdışında yaptığı çalışmalarla Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi'ne kabul edilen üç Türk'ten biri oldu.

ABD North Carolina Üniversitesi Biyokimya ve Biyofizik

Bölümü’nde görev yapan Sancar, 300’e yakın bilimsel makale ve bu makalelere yapılan 12 binden fazla atıfla, bilimsel araştırmada eşine az rastlanır bir başarıyı temsil ediyor.

Sancar, 2005’te Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi‘ne, 2006‘da Türkiye Bilimler Akademisi’ne Asil Üye olarak seçildi.

KANSERE KARŞI MÜTHİŞ BULUŞ!

Kanser konusunda yaptığı önemli çalışmalarla dünya çapında adını duyuran Türk bilim insanı Prof. Dr. Aziz Sancar, kanser tedavisinde ''sirkadiyen saat (ritmik saat) '' buluşuna imza attı.

Kuzey Carolina Üniversitesi Biyokimya ve Biyofizik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aziz Sancar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kanser konusunda önemli çalışmalar yapıldığını belirtirken, kanser mekanizmasının 10 yıl içinde çözüleceğine inandığını söyledi. Ancak kanserin nasıl olduğunu çözümlemenin onu tedavi etmek anlamına gelmediğine işaret eden Sancar, tedavi konusunda bir şey söylemek için erken olduğunu belirtti.

Her kanser çeşidinde farklı mutasyonların tespit edildiğini, dokudaki bazı kanserli hücreler öldürülse dahi başka mutasyonları kontrol etmenin zor olduğunu anlatan Sancar, ''Kanser demek bir tek hücre tipi değildir, kanserde çok hücre tipi vardır, bütün bu hücrelere göre tedaviyi yöneltmek gerekiyor'' dedi.

Kanserle ilgili olarak ''DNA onarımı'' konusunda çalışma yaptığını bildiren Sancar, şunları kaydetti:

''Kanser tedavisinde kullanılan ilaçların çoğu DNA'yı tahrip ediyor ve vücutta bulunan DNA onarım mekanizmaları, o kanser hücrelerinin yaşamasını sağlıyor. Biz bu mekanizmayı anlamak, aydınlatmak için bir çalışma başlattık. Bu mekanizmayı anlayınca onu "inhibe" edip, kanser hücrelerinin normal hücrelerden daha önce öldürülmesini sağlamaya çalışacağız. DNA onarımı mekanizmasını aydınlatmak, kanser tedavisi noktasında çok önemli. Gayemiz bu mekanizmayı açıklamak.''

http://www.internethaber.com/aziz-sancar-kimdir-kimya-nobel-odulu-2015-818105h.htm

ABDUS SALAM


ABDUS SALAM

1979 YILINDA NOBEL FİZİK ÖDÜLÜ KAZANAN MÜSLÜMAN FİZİKÇİ.


(d. 29 Ocak 1926, Jhang Maghiana-Hindistan – ö. 21 Kasım 1996, Oxford-İngiltere). Nobel ödülü alan ilk Pakistanlı ve müslüman bilim adamıdır.

Lahor'daki devlet yüksek okulunda öğrenim gördü. 1952'de Cambridge Üniversitesi'nde matematik ve fizik doktorasını tamamlayan Abdus Salam Lahor'a döndü ve orada matematik profesörü olarak göreve başladı.

1954'de İngiltere'ye giden Abdus Salam, Cambridge'de matematik dersleri vermeye başladı. 1957'de kuramsal fizik profesörlüğüne getirilen Abdus Salam 1964'den itibaren İtalya'da Trieste'deki uluslararası kuramsal fizik merkezinin yöneticisidir.

Abdus Salam'ın önemi elektromanyetik etkileşimle elementel parçacıkların zayıf etkileşimini kapsayan kuram geliştirmesindedir. Bu çalışmalarından ötürü 1979 yılında Steven Weinberg ve Sheldon Lee Glashow ile birlikte Nobel ödülü almıştır.


http://tr.wikipedia.org/wiki/Abdus_Salam

Prof.Dr.Hulusi Behçet ve Behçet hastalığı


Prof. Dr. Hulusi Behçet ve Behçet hastalığı

Hulusi Behçet, 20 Şubat 1889 tarihinde İstanbul'da doğmuştur. Tıp öğrenimini 1910 senesinde tamamlamış ve 1914 Temmuzuna kadar Gülhane Dermatoloji Kliniğinde Eşref Ruşen, Talat Çamlı ve bakteriyolog Reşat Rıza hocaların yanında asistan olarak çalışmıştır. 1914 Temmuzunda Kırklareli Askeri Hastanesi başhekim muavinliğine tayin edilmiş ve daha sonra 1918'
e kadar Edirne Askeri Hastanesinde dermatoloji uzmanı olarak çalışmıştır. 1918 Ağustosunda evvela Budapeşte'de, sonra Berlin'de Charité Hastanesinde çalışmış ve 1919 Ekiminde yurda dönmüştür.1

Hulusi Behçet, bir müddet serbest çalıştıktan sonra 1923'te Hasköy Zührevi Hastalıklar Hastanesi Başhekimliğine tayin edilmiş, 6 ay kadar burada çalıştıktan sonra Guraba Hastanesi dermatoloji uzmanlığına nakledilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan ve soyadı kanunu kabul edildikten sonra, Cumhuriyetin kurucusu M. Kemal Atatürk'ün arkadaşlarından olan babası Ahmet Behçet'in, parlak ve çok zeki anlamına gelen ve adı olan Behçet'i soyadı olarak almıştır. 1933 senesinde Üniversite Reformunda Deri Hastalıkları ve Frengi Kliniğine profesör seçilmiştir. Hulusi Behçet, Türk akademisinde profesör unvanını alan ilk kişidir.1,2

Hulusi Behçet dermatolojide bir çok konuyu ayrıntılı bir şekilde incelemiştir. 1920 yılından itibaren çeşitli dernek toplantılarında ve bazı yazılarında deri layşmanyazında (şark çıbanı) çivi belirtisi bulunduğundan bahsetmeye başlamıştır. O dönemin önde gelen deri hastalıkları uzmanlarından biri olan Dr. Abimelek,3 Hulusi Behçet'in çivi belirtisi tanımını şöyle nakletmektedir: "Önce bir nodül ortaya çıkar. Bu nodül ülserleşirse üzerinde bir krut gelişir. Bu krut altına sıkı bir şekilde yapışık olup, kaldırılması güçtür. Kaldırıldığı zaman zemininde aynen diskoid lupus eritematozusta olduğu gibi kruta dik olarak çıkan veya kopan, her biri yaklaşık olarak 2 mm çapında çivi şeklindeki uzantılar görülür. Çivi belirtisi klinik tablonun patognomonik bulgularıdır ve histolojik tabloya da yansır. " Bu dönemde deri layşmanyazında Kyrle ve Reenstierna histolojik çalışmalar yapmışlarsa da, Hulusi Behçet'in ısrarla üzerinde durduğu çivi belirtisinden bahsetmemişlerdir.3,4

Bunun dışında, yine o yıllarda, ülkemizdeki arpa uyuzları konusunda çok sayıda yazı yazmıştır. Hatta yurdumuza ait parazitlerin tür ve cinslerini de saptamıştır.1 Karadeniz kıyılarında arpa çuvallarını taşıyan hamalların arpa uyuzuna yakalanmamak veya tedavi amacıyla sık sık denize girdikleri şeklindeki gözlemini sonraki yıllarda yazdığı ders kitabında belirtmiştir.

1930'da davetli olarak Kopenhag'da yapılan dermatoloji kongresine katılan Hulusi Behçet, yine 1930'lu yıllarda incir dermatitleri üzerinde durmaya başlamıştır. Senelerce ham incir dermatiti üzerine çalışmak ve yazı yazmak suretiyle bu dermatozun Balkanlarda ve nihayet Fransa ve Amerika'da tanınmasını sağlamıştır. İstanbul'da ilkbahar ve yaz aylarında incir ve incir yaprakları ile ilgilenen şahıslarda, sonbaharda ise incir ürünleriyle ilgilenen kişilerde meydana gelen, biri diğerinden farklı iki klinik tabloyu senelerce gözlemiştir. Bir çok klinik tabloyla karışabileceği için incir dermatitlerini, ülkemizde tanınması için önce 1933 yılında Pratik Doktor adlı dergide yayınlamıştır. Daha sonra çeşitli olguları dermatoloji derneği toplantılarında sunmuş,5 en sonunda da Fransız Dermatoloji Derneği Bülteninde yayınlamıştır.6

Sağdaki resimde Hulusi Behçet 1934 yılında bir Kongre için gittiği Nice'te görülmektedir. Bu tarihte Behçet sendromu henüz tanımlanmamıştır ama Hulusi Behçet'in kendinden emin, büyük işler başarmış hali açıkça görülmektedir.7 Bu tarihten iki yıl sonra, Behçet hocayı zamanın en önemli dermatoloji dergilerinden biri olan "Dermatologische Wochenschrift"in yazı kurulunda görüyoruz. Aynı yıl Medizinische Welt'in yazı kuruluna da seçilmiştir. Bu önemli görevlere bilgisi ve güvenilirliği sayesinde geldiği herhalde tartışılamaz.

Hulusi Behçet, 21, 7 ve 3 yıl takip ettiği üç hastada ağız ve genital bölgede aftöz belirtiler, gözde de çeşitli bulgular bulunduğunu gözler ve bunun yeni bir hastalık olduğuna inanır. 1937'de bu görüşlerini "Dermatologische Wochenschrift" de yazar ve aynı yıl Paris'te Dermatoloji toplantısında sunar. Bu toplantıda hastalığın etyolojisinde, dental bir infeksiyonun da neden olabileceğini bildirir. 1938'de bu konuyla ilgili daha detaylı bir yazıyı yine aynı dergide yayınlar. Aynı yıl Dr. Niyazi Gözcü ve Prof. Frank benzer semptomları içeren iki olgu daha yayınlarlar. Arkasından Avrupa'dan yeni bildiriler de gelir. Böylece Avrupalı doktorlar yeni bir hastalığın varlığına karar verirler. Oftalmologlar Behçet hastalığını kabul etmeye başlarlar, ancak dermatologlar bu yeni hastalığı ısrarla inkar ederler. Bu tablonun pemfigus, ulkus vulva akutum, dermatomiyozit, Neumann'ın aftozisi, eritema eksudativum multiforme ve benzerlerinin semptomları olduğunda üstelerler. Bu olaylar sürerken Dünyanın diğer yörelerinden bazı yeni olgular daha bildirilir. Bu yayınların sonucunda bütün dünya yeni bir hastalıkla yüzleştiğini en sonunda kabul etmek zorunda kalır. 1947'de Zürih Tıp Fakültesinden Prof. Mischner'in Uluslararası Cenevre Tıp Kongresinde yaptığı bir öneriyle, Dr. Behçet'in bu buluşu "Morbus Behçet" olarak adlandırılır. Böylece daha başlangıçta Behçet Sendromu, Trisymptom Behçet, Morbus Behçet adlandırmalar ortaya çıkar.

Bu hastalığın tıp literatürüne geçmesine katkısı olanlar arasında Niyazi Gözcü, Iggescheimer, Murad Rahmi, İrfan Başar, Naci Bengisu, Marchionini, Braun, Obendorfer, Weekers, Reginster, Franchescetti, Jensen Tage, Sulzberger ve Wise gibi isimleri unutmamak gerekir.

Onun araştırma, yazma ve tartışmaya olan merakı entelektüel bir karakter olmasını sağlamıştır. Uzmanlığın ilk yıllarından başlayarak bir çok ulusal ve uluslararası kongrelere orijinal makaleleriyle katılmış, ülkemizde ve yurtdışında bir çok makalesi de yayınlanmıştır. Ünlü Alman Patoloğu Prof. Schwartz, onu ülkesi haricinde her yerde bilinen birisi olarak tasvir ederken, onu asla Türkiye'de bulamazsınız çünkü araştırmalarını yurtdışında sunar demiştir.2

Deri Hastalıkları ve Frengi Kliniği Arşivi adındaki dergiyi ölüm tarihine kadar yayınlamıştır. Bu dergi 1934'ten 1947'ye kadar Türkiye'deki Dermatoloji organı görevini sürdürmüştür.1

En büyük Türk dermatoloğunun anlatmaya çalıştığım yaşam öyküsünden de anlaşıldığı üzere, Hulusi Behçet, Behçet hastalığının tanımlanmasından önce de Hulusi Behçet'ti. Kendisini saygıyla anıyoruz.

Prof. Dr. Yalçın TÜZÜN
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Dermatoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

Kaynaklar

Yemni O. Ord. Prof. Dr. Hulusi Behçet. Deri Hast Frengi Arş 1964; 1: 58-59.
Saylan T. Life story of the Dr. Hulusi Behçet. Yonsei Med J 1997; 38: 327-332.
Abimelek. Cilt leischmaniose'ları hakkında münakaşa münasebetile. Deri Hast Frengi Kl Arş 1934; 1: 283-284.
Nuri K. 42 adet Wright çıbanını hamil bir vak'a münasebetile Wright çıbanlarında muafiyet ve bazı mülahazalar. Deri Hast Frengi Kl Arş 1934; 1: 297-299.
Behçet H. İncir dermatitleri hakkında. Deri Hast Frengi Kl Arş 1934; 1: 300-302.
Behçet H. Dermatite de Figue et Figuier. Bull Soc Fran Derm Syph 1933; 40; 787-792.
Yazıcı H. Hulusi Behçet Yağmacı Değildi. Cumhuriyet Bilim Teknik 2 Ocak 1993.

http://www.hulusibehcet.net/behhayat.htm

Behçet hastalığı

Bir Türk doktoru olan Hulusi Behçet tarafından 1937 yılında teşhis edilen ve bu nedenle uluslararası literatürde Behçet Hastalığı ya da Behçet Sendromu olarak adlandırılan hastalıktır. Genelde deri altı, göz, beyindeki kan damarlarının iltihaplanmasına yol açan, sebebi bilinmeyen, nadir görülen, bağışıklık sistemi ile ilgili bir hastalıktır.

En çok 30-40 yaşlarındaki erkeklerde görülür. Başta Türkiye olmak üzere Çin’e kadar uzanan ülke insanlarında diğer ülkelere nazaran daha sıkça rastlanmakla birlikte dünyanın her yerinde Behçet Hastalığı görülmektedir.Dünya'da en çok Japonya, Türkiye ve İsrail'de görülür.

Belirti ve bulguları

Behçet hastalığı kendine özgü belli bulguların varlığı ile teşhis edilir. Ana kriterler denen ve bu hastalıkta görülen belirti ve bulgular şunlardır:

Ağızda tekrarlayan aftlar
Göz belirtileri olarak İrit, iridosiklit, hipopiyon
Genital bölgede (Cinsel organ çevresinde) yaralar ve yara izleri
Deri lezyonları olarak Eritema nodosum, yüzeyel tromboflebit,deride püstüller, deride paterji reaksiyonu
Behçet Hastalığı esas olarak bir damar iltihabıdır ve bu sebeple bulgular, damar iltihabının olduğu yere göre ortaya çıkar.

Bulguların tümünün aynı anda ortaya çıkması şart değildir. Bazı bulgular hastalığın ilk yıllarında yok iken birkaç sene sonra ortaya çıkabilir. Behçet Hastalığında görülen bazı bulgu ve belirtiler aynı zamanda Lupus, Lyme ve Crohn gibi hastalıklarda da görülebilmektedir. Behçet Hastalığı teşhisi konmadan önce diğer hastalık olasılıklarını dikkate almak gerekir. Teşhiste yararlı olan fakat Behçet Hastalığının kriteri olarak kabul edilmeyen başka belirti ve bulgular da vardır;

Büyük venlerde tromboflebit (Bacak toplardamarlarında tıkanıklık)
Arteryel tromboz (Atardamarlar içinde pıhtı oluşması)
Epididimit (Testiste iltihaplanma)
Arterial oklüzyon (Atardamarlarda tıkanıklık)
Merkezi sinir sisteminin tutulumu
Şiddetli baş ve boyun ağrısı
Eklem ağrıları veya artrit
Bunların yanı sıra aynı zamanda aşırı yorgunluk hissedilebilir; yorgunluk birçok bağışıklık sistemi hastalığında olduğu gibi hastalığın bulgularını ağırlaştırabilir.

Teşhiste kullanılan testler

Behçet hastalığı için kabul görmüş tek test paterji testidir. Steril tuzlu su çözültesinin deri altına enjekte edilmesi ya da steril iğne ile cildin delinmesi ardından 24-48 saat sonra bir papül (kızarık küçük kabartı) ya da püstül (sivilce benzeri baş veren kızartı) oluşması testin pozitif olduğunu gösterir. Testin sağlıklı olması için paterji testinin aktif Behçet semptomları görüldüğü zaman yapılması şart değildir. Paterji testi hastalığı süresi, şiddeti ya da diğer yakınmaların varlığı ile ilişki göstermez, bir kez pozitif bulunduğu zaman tekrar pozitif bulunmayabilir. Paterji testinin pozitif çıkması tek başına Behçet teşhisi konması için yeterli değildir ve mutlaka diğer belirtilerle birlikte değerlendirilmelidir. Cildin başka nedenlerle travmaya uğraması da paterji benzeri reaksiyon oluşmasına neden olabilir. Teşhiste faydalı olabilecek bir yöntem ise kan alınarak hastanın HLA doku tipinin araştırılmasıdır. Bazı HLA doku tipleri Behçet hastalarında daha sık görülmektedir. Bu tipler HLA-B5 ve HLA-51 dir; fakat Behçet teşhisi konması için bu HLA tiplerinin olması şart değildir.

Şu an için Behçet teşhisi için özgül olarak kullanılan bir laboratuvar testi yoktur. Rutin (her hastaya yapılan) tahlillerden Sedimantasyon (kanın çökme hızı) bazı hastalarda hastalığın alevlendiği dönemlerde artmaktadır fakat bu durum tüm hastalar için genellenemez. Bazı enzim düzeyleri de değişikliğe uğramaktadır. Birçok hastanın test sonuçları gayet normal çıksa da hastada ağır semptomlar görülebilir.

Nedenleri

Behçet hastalığının kesin ve belirlenmiş bir nedeni henüz bulunamamıştır. Ancak birçok uzman hastalığa yatkın insanlarda hastalığı başlatan (daha doğrusu tetikleyen) bir dış etki ya da olası virüslerden şüphelenmektedir.

Diğer bir nedeni ise genetik yol ile bireylere geçmesidir

Tedavi

Behçet hastalığının tedavisi sırasında başlıca amaç ağır organ tutulumu olan hastalarda (Göz, Büyük damar ve Merkezi sinir sistemi) kalıcı hasarları engellemektir. Bu amaçla hayatı ya da organları tehdit eden durumlarda yüksek doz kortizon, siklofosfamid; ya da siklosiporin, azatioprin gibi bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar gerekebilir ancak hastaların az bir kısmı bu tür tedavilere ihtiyaç duyar.

Hayatı/organları tehdit eden hastalık olmadığı zamanlarda yani hastaların çoğunda, kolşisin adı verilen ilaç kullanılır. Kolşisin eklem ağrıları ve eklem şişmesi, nodüler lezyonlar (sert ağrılı kızartılar), ve cinsel organ yaralarının sıklık ve şiddetini azaltmakta etkilidir.

Behçet hastalığı'nın tedavisinde romatoloji, dermatoloji, göz hastalıkları uzmanları ve gerektiğinde nörolog ve kalp/damar cerrahları ortak çalışır.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Behçet_hastalığı